Duyuların Ötesinde: Gönlün Gayba Açılan Pencereleri
Duyuların Ötesinde: Gönlün Gayba Açılan Pencereleri
“Beşerin havass-ül hams-ı zahire ve bâtınadan başka, âlem-i gayba karşı açılan pek çok pencereleri var. Gayr-ı meş’ur pek çok hisleri var. Hiss-i sâmia, bâsıra, zaika olduğu gibi, bir hiss-i sâdise-i sadıka-i sâika var. Hem bir hiss-i sâbia-i bârika-i şaika var. O şevk ve sevk yalan söyleyemez, yanlış gidemez. ”
Âsâr-ı Bediiye
İnsan denilen varlık, yalnızca etten kemikten ibaret değildir. O, görünen bedeniyle maddî âleme bağlıyken; görünmeyen ruhu, kalbi ve hisleriyle âlem-i gayba, yani fizik ötesi âlemlere açılan bir yolcudur. Beş duyuyla sınırlı olmayan bu yolculuk, Bediüzzaman Said Nursî’nin şu hikmetli ifadeleriyle tarif edilir:
> “Beşerin havass-ül hams-ı zahire ve bâtınadan başka, âlem-i gayba karşı açılan pek çok pencereleri var. Gayr-ı meş’ur pek çok hisleri var.”
Beş duyu –görme, işitme, tatma, koklama, dokunma– insanın maddî dünyayla temasını sağlar. Fakat insan ruhunun haritası bunlarla sınırlı değildir. Kalbinin derinliklerinde, aklının kıvrımlarında, vicdanının dip akıntılarında, duyular ötesi başka hisler de vardır. Gayr-ı meş’ur, yani farkında olunmayan bu hisler; hakikate birer kapı, ilhama birer yol, Hakk’a birer işarettir.
Tıpkı gözle göremediğimiz ama varlığından emin olduğumuz hava gibi, bu hisler de görünmez ama gerçektir.
Nasıl ki kulakta “işitme”, gözde “görme” varsa; kalpte de “sezme”, “çekilme”, “cezbolunma”, “tanıma”, “yakîn” gibi manevî hisler vardır. İşte Bediüzzaman bu gizli duyuları “hiss-i sâdise-i sâdika-i sâika” ve “hiss-i sâbia-i bârika-i şaika” gibi tabirlerle anlatır.
Bu kelimelerin mânâları derindir:
Hiss-i sâdise-i sâdika-i sâika: Altıncı bir his gibi; doğru söyleyen, sevk eden bir hissiyattır.
Hiss-i sâbia-i bârika-i şaika: Yedinci bir his gibi; parlayan, çekici, cezbeli ve arzu uyandıran bir duyu.
Bu hisler, insana âdeta birer manevî pusula olur. Göz görmese de kalp hisseder, kulak duymasa da ruh işitir, akıl anlamasa da vicdan tanır. Özellikle tefekkürle, zikirle, kalbin saflaşmasıyla bu hisler keskinleşir. Tıpkı anteni düzgün ayarlanmış bir radyo gibi, gayb âleminden gelen ilhamları, manevî mesajları doğru frekanstan yakalar.
Bu hislerin en büyük özelliği şudur:
> “O şevk ve sevk yalan söyleyemez, yanlış gidemez.”
Çünkü bu sevk, nefsin değil, ruhun sevkidir. Arzunun değil, fıtratın çağrısıdır. Ve bu çağrı Allah’tandır. İşte bunun içindir ki bir anne, evladının başına bir şey geldiğini kalbinde hisseder. Bir dostun kalbi, uzaktaki bir dostun hüznünü fark eder. Bir mü’min, bir günahın içini kararttığını, bir duanın ruhunu aydınlattığını görür.
Bediüzzaman’ın bu ifadeleri, bize madde ötesi bir idrak alanı açar. Modern bilimin ölçemediği ama insanın ruhuyla tanıdığı bu hisler, imanın, marifetin ve hakikatin derin kanallarıdır. Ve bu hislerin en ileri noktası, insanı yakîn mertebesine, yani kalbî bir kesinliğe ulaştırır.
Bu yüzden insan, sadece gözleriyle değil; kalbiyle, vicdanıyla, ruhuyla da bakmalı. Ve kendisine verilen bu manevî hisleri susturmamalı, bastırmamalı, kirletmemelidir. Çünkü onlar, hakkı gösteren parmaklar, gaybı bildiren rehberler ve Cenab-ı Hakk’ın ilhamla gönderdiği seslerdir.
Özet:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin “gayb âlemine açılan hisler” üzerine kurduğu derin cümlelerden hareketle yazılmıştır. İnsan, yalnızca beş duyusuyla değil; kalbi, vicdanı ve ruhuyla da hakikati sezer. “Hiss-i sâdise” ve “hiss-i sâbia” gibi gayr-ı meş’ur manevî hisler, Allah’ın insan fıtratına yerleştirdiği hakikate açılan pencerelerdir. Bu hisler, doğru söyler ve yanlış götürmez. Onları duymak, insanı marifetullaha, yani Allah’ı kalple tanımaya yaklaştırır.