Zayıf Bir Gölge, Sonsuz Bir Aynaya Nasıl Dönüşür?
Zayıf Bir Gölge, Sonsuz Bir Aynaya Nasıl Dönüşür?
“İnsanda iki vecih var. İnsan, şu hayata nâzır birinci veçhiyle öyle bir mahluktur ki; ona ihtiyardan bir şa’re (yâni, saç gibi cüz’î), iktidardan bir zerre, hayattan bir şu’le, ömürden bir dakika, mevcudiyetten bir cüz’-ü cüz’î verilmiş ki; tabakât-ı kâinatta serilmiş hadsiz enva’dan, adetsiz efrattan küçük, nâzik, zaîf bir ferttir.
Fakat ubûdiyete nâzır ikinci vechiyle, hususan acz ve fakr cihetinde, pek büyük bir vüs’atı var. Çünkü mâhiyet-i mâneviye-i insanîde nihâyetsiz azîm bir acz, hadsiz cesîm bir fakr mündericdir ki; bu cihetle, kudreti nihâyetsiz bir kadîrin, gınası nihâyetsiz gani bir zâtın hadsiz tecelliyatına câmi’ geniş bir âyine olmuştur.”
Nur’un İlk Kapısı
(İnsanın Acz, Fakr ve Ubûdiyetle Yükselişi)
> “İnsanda iki vecih var…”
(Said Nursî – Nur’un İlk Kapısı)
İnsan, dıştan bakıldığında küçük bir varlıktır. Ne bir dağ gibi heybeti, ne bir güneş gibi ışığı, ne de bir yıldız gibi kudreti vardır. Ama bu görünüşe aldanmak, insanın hakikatine karşı körleşmektir. Zira onun maddî küçüklüğü içinde manevî bir büyüklük, zayıflığı içinde sonsuz bir imkân, fakirliği içinde ilâhî bir ayna gizlidir.
- İnsanın Birinci Yönü: Kudretle Değil, Kısıtlılıkla Kuşatılmış
Bediüzzaman, insanı iki vecih (yön) ile tarif eder. Birinci yön, hayata ve mahlûkata bakan yüzüdür. Bu yüzle insan:
Cüz’î bir ihtiyara (iradeye),
Zerre kadar bir iktidara,
Şu’le kadar bir hayata,
Dakikalık bir ömre sahiptir.
Bu yönüyle insan, kâinat içinde silinip gidecek kadar küçük ve zayıftır.
Bir sel onu alır götürür, bir mikrop hayatını söndürür.
Ne kudreti, ne hâkimiyeti vardır.
İşte bu yön, insanı faniliğiyle, zaafıyla, çaresizliğiyle yüzleştirir. Ama bu yüzleşme, aslında bir kapının anahtarıdır.
- İnsanın İkinci Yönü: Ubûdiyetle Sonsuza Açılan Ayna
İnsanın diğer yönü, ubûdiyete (kulluğa) bakan yönüdür. Bu yüzle insan:
Aczini bilir,
Fakrını fark eder,
Sonsuz kudret ve zenginlik sahibi bir Zât’a yönelir.
İşte bu yönüyle insan, küçüklüğüyle büyür, yokluğuyla varlığa ulaşır. Çünkü insandaki acz (güçsüzlük) ve fakr (muhtaçlık) öyle büyüktür ki, bu yönleriyle Cenâb-ı Hakk’ın kudretine ve rahmetine geniş bir ayna olur.
Bu ne demektir?
Bir mum kendi başına karanlığı aydınlatamaz, ama güneşi yansıtabilir.
İnsan da kendi başına bir hiçtir, ama ubûdiyetle İlâhî kudretin tecellîgâhı olabilir.
- Acz ve Fakr: Terakki Kapısıdır, Yıkım Değil
Modern dünya, “güçlü ol, yeterli ol, kendi kendine yet!” derken insanı yalnızlaştırır ve boşluğa düşürür. Bediüzzaman ise der ki:
> “İnsandaki acz ve fakr, Allah’a ulaştıran iki kanattır.”
Çünkü bu duygular sayesinde:
Kul Rabbini tanır,
Yardıma muhtaç olduğunu idrak eder,
Duaya, ibadete, teslimiyete yönelir.
Yani insanın yükselişi; güç gösterisiyle değil, kulluk idrakiyle olur.
- İnsanın Mânâsı: Bir Gölge Değil, Bir Ayna Olmaktır
Bediüzzaman’ın en harika temsillerinden biri şudur:
> İnsan, gölge değil, ayna gibidir.
Gölge karanlıktır ve kendine aittir. Ama ayna parlaktır; başkasını gösterir. İnsan da kendi zayıf varlığında ısrar ederse bir hiç olur. Ama Allah’ın isimlerini yansıtan bir ayna olursa, anlam kazanır.
Acziyle Kadîr olan Allah’a, fakrıyla Gani olan Allah’a yönelen insan; marifet, muhabbet ve huzur bulur. Ve bu yönüyle bütün kâinatın kıymetini aşan bir değer taşır.
- Netice: İnsan, Hiçlikteki Azametiyle Şereflidir
İnsan büyüklüğünü, büyüklük iddiasında değil;
kendi küçüklüğünü bilip, büyük Zât’a yönelmesinde bulur.
Çünkü:
İnsan kendine malik değil,
Hayatını idare edemez,
Ölümünü engelleyemez.
Ama bu eksiklikler onu zayıf yapmaz. Bilakis, ona en büyük kemâl yolu olan kulluğun kapısını açar.
İşte insan bu yüzden, aczini ve fakrını fark ettikçe Rabbiyle bütünleşir, anlam kazanır, ebediyete açılır.
Makale Özeti:
Bu makalede, insanın iki yönü —hayata bakan ve ubûdiyete bakan— Bediüzzaman’ın ifadesiyle ele alınmıştır. Hayata bakan yönüyle insan küçük, zayıf, fani ve çaresizdir. Fakat kulluğa bakan yönüyle, özellikle acz ve fakr cihetinden sonsuz kudret ve rahmete ayna olan bir varlıktır. İnsan, kendi zayıflığını idrak ederek Allah’a yöneldiğinde, en yüksek mânâya ulaşır. Gerçek terakki, kendine güvenmekte değil; Allah’a dayanmakta, O’na kul olmakta gizlidir.