İman Sarayı ve Kapalı Kapılar: Hakikatin Değerini Anlamak
İman Sarayı ve Kapalı Kapılar: Hakikatin Değerini Anlamak
“Bir saray var. O sarayın yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapının açılmasıyla, o saraya girilebilir. Öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir-iki tanesi kapalı olsa, o saraya girilemez diye söylenemez.
İşte hakâik-i îmâniye o saraydır. Herbir delil, bir anahtardır, isbat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakâik-i îmâniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilmez. Şeytan ise, bâzı esbaba binaen, ya gaflet veya cehâlet vasıtasıyla kapalı kalmış bir kapıyı gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan iskât ediyor. “İşte bu saraya girilmez; belki bu saray değildir, içinde birşey yoktur.” der, kandırır.”
Nur’un İlk Kapısı
İnsanın kalbinde nice hakikatler bir saray gibi kurulmuştur. Bu saray, iman hakikatlerinin bütününü içinde barındırır. Her bir iman esası—Allah’a iman, ahirete iman, meleklere iman, kitaplara iman, kader ve kazaya iman gibi—o sarayın bir kapısıdır. Her kapı, ayrı bir pencereden o muhteşem sarayın içindeki manevî güzelliklere açılır. Her kapının kendine has bir anahtarı vardır; bu anahtarlar da delillerdir, burhanlardır, hüccetlerdir.
İşte bu saraya girmenin sırrı, bu delilleri görmek ve kalp gözünü onlarla açabilmektir. Sarayın bir kapısını açmak, aslında içeri girmeye ve o âlemin hakikatlerini temaşaya başlamak için yeterlidir. Diğer kapılar zamanla açılabilir; yeter ki saraya girecek niyeti taşıyan bir ruh, bir kalp olsun.
Fakat ne hazindir ki, şeytan ve nefsin işbirliği, gaflet ve cehaletin yardımıyla bu saraya girmek isteyenleri yanıltmak için sinsi bir hile kullanır: Açık olan birçok kapıyı görmezden gelip sadece kapalı kalan bir kapıyı gösterir. “Bak,” der, “bu kapı açılmıyor; demek ki bu saray boş, belki saray bile değil!” Halbuki hakikatin değeri, birkaç kapının hâlâ açılmamış olmasından dolayı eksilmez.
Burada en büyük aldanış, hakikatin tamamını sadece birkaç çözülmemiş meseleye indirip tümünü inkâr etmektir. Bu durum, içinde paha biçilmez hazineler olan bir saraya sadece bir kapısı kapalı diye hiç girmemek gibidir. Akıl ve kalp bu hileye karşı uyanık olmalıdır. Çünkü imanın hakikatleri öyle derin, öyle kuşatıcıdır ki, bazen bir tek burhan, insanın tüm benliğini sarsar ve hakikate götürür.
Düşünün ki; bir bina hakkında yüz kişiden doksan dokuzu “Bu bina sağlamdır, içinde oturulabilir” diyor. Bir kişi de “Bence bir kusur olabilir” diyor. Şimdi bu tek şüpheye dayanarak o sağlam yapıyı yıkmak, ne kadar mantıksızsa, yüzlerce iman deliline rağmen bir meseleyi anlayamayıp imanı terk etmek de o kadar yanlıştır.
İman sarayının tüm kapılarını açmaya ömrümüz yetmeyebilir. Ama içeri girmek için bir kapı yeterlidir. O bir kapı, bize içeridekileri gösterir. Göremediğimiz kapılar için ise sabırla, dua ile, ilimle çabalamak gerekir. Çünkü zamanla, açılmayan kapılar da açılacaktır. O halde insan, birkaç kapının henüz açılmadığı bahanesiyle o sarayı inkâr etmemelidir.
Zira hakikatin değeri, bizim onu ne kadar anladığımızla değil, onun hakikat oluşuyla sabittir. Gözümüz görmese de güneş vardır. Biz bilmesek de yerçekimi vardır. Öyle de, kalp bazen her şeyi idrak etmese bile iman hakikatleri vardır. Ve bir gün, kalp ve akıl o kapalı kapıların ardındaki manaları da idrak edecektir.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin “iman sarayı” temsili üzerinden şu gerçeğe dikkat çekilmiştir: İmanın tüm delilleri ve hakikatleri, bir sarayın farklı kapıları gibidir. Bir kapının açılması, içeri girmeye ve hakikati tanımaya yeterlidir. Ancak şeytan, bazı kapıların kapalı kalmasını öne sürerek bütün sarayı inkâr ettirir. Akıl ve kalp bu hileye aldanmamalıdır. Hakikati anlamakta zorlanmak, onun yokluğuna değil, bizim idrakimizin sınırlılığına işarettir. Sabır, ilim ve dua ile tüm kapılar zamanla açılabilir.