İki Ses Arasında: Hakikatin Sadâsı mı, Felsefenin Vesvesesi mi?
İki Ses Arasında: Hakikatin Sadâsı mı, Felsefenin Vesvesesi mi?
“Cenâb-ı Hak, sana verdiği kendi mülkünü, senden gâlî bir kıymetle satın alıyor. Yine senin için muhafaza ediyor.
Ey beşer, bak! İki sadâ senin kulağına geliyor. Biri Kur’ân-ı Hakîm’in sadâ-yı semâvîsidir.
Der ki: “Sat kârlısın.”
اِنَّ الدَّارَ اْلاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ
diyor. Diğeri, küffarın felsefe-i medeniyesinin vesvesesidir ki; “Sen kendine mâliksin” der.
Seni
اِنْ هِىَ اِلاَّ حَيَاتُنَا الدُّنْيَا
diyenlerden etmek ister. Bu münevver hüdâ ile, şu müzevver dehânın mabeynlerindeki farkı gör. Tâ kör olmayasın.
وَمَنْ كَانَ فٖى هٰذِهٖٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِى اْلاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَبٖيلاً ٭ اَللّٰهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ ٭ صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ٭ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَ الضَّٓالّٖينَ اٰمٖينَ ”
Nur’un İlk Kapısı
İnsanoğlunun kulaklarına her zaman iki ses çarpar. Biri göklerden gelen ilâhî bir sadâdır; diğeri ise yerden yükselen aldatıcı bir vesvese. Bu iki çağrı, insanın hayat rotasını tayin eder. Ya Hakk’a yönelir, ya da nefsin karanlık sokaklarında kaybolur.
Bediüzzaman Said Nursî, “Nur’un İlk Kapısı”nda bu iki çağrıyı veciz şekilde karşı karşıya getirir. Biri Kur’an’ın semavî hitabıdır:
> “Sat, kârlısın!”
Diğeri ise inkârın ve felsefe-i maddiyenin sinsi telkinidir:
“Sen kendine mâliksin.”
İşte bu iki sesin çatışmasında insan, ya kendini bulur ya da kendini kaybeder.
- İlâhî Sadâ: “Sat, Kârlısın”
Kur’an-ı Kerim, insana bir tüccar gibi yaklaşır. Ona der ki:
> “Cenab-ı Hak, sana verdiği mülkü, senden kendi adına ama senin faydana satın almak istiyor.”
Yani can, mal, akıl, duygular… hepsi Allah’ın lütfu. Ama bu lütuflar zayi olmasın, ebedîleşsin diye Cenab-ı Hak onları sana satmak istiyor. Karşılığında ise sonsuz cennet, rızâ-i ilâhî, bakî hayat veriyor.
Bu sadâ, Tevbe Suresi’ndeki şu ayetle yankılanır:
> “اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ”
“Allah, müminlerden mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır.”
Bu İlâhî teklif bir şereftir, bir rahmettir. Çünkü Allah senin sermayeni zayi olmaktan kurtarıyor. Hem sana geri bırakıyor, hem de değerini sonsuzlaştırıyor.
Kur’an, bu teklifin ehemmiyetini şu ifadeyle özetliyor:
> “اِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ”
“Ahiret yurdu, işte asıl hayat odur.” (Ankebut, 64)
Bu dünyadaki hayat, bir gölge; asıl hayat orada başlar. Bu yüzden Kur’an’ın sesi, sadece bir davet değil, aynı zamanda bir kurtuluştur.
- Sinsi Fısıltı: “Sen Kendine Mâliksin”
Öte yanda, modern felsefenin bâtıl bir anlayışı da kulağa fısıldar:
> “Sen kendine aitsin. Hayat senindir. Özgürlüğün var. Dilediğini yap.”
Bu anlayış, “hayat sadece dünyadan ibarettir” fikrini telkin eder:
> “اِنْ هِىَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا”
“Hayat, yalnızca bu dünya hayatıdır.” (Câsiye, 24)
Bu sözün altında aslında büyük bir gaflet yatar:
– Ölüm yokmuş gibi yaşamak,
– Hesap yokmuş gibi davranmak,
– Sahip olmadığın bir hayatı keyfine göre harcamak…
Ama hakikat şu ki: İnsan kendine değil, Allah’a aittir. Ne hayatına, ne ölümüne, ne kalbine ne de kaderine tam anlamıyla hükmedemez. O hâlde “mâlikim” demek, sadece bir vehimdir.
- Körlük ve Basiret Arasındaki Fark
Bu iki ses arasındaki farkı görememek, bir çeşit mânevî körlüktür. Kur’an bu körlüğe çok ağır bir uyarı ile seslenir:
> “وَمَنْ كَانَ فِى هٰذِهِ اَعْمٰى فَهُوَ فِى الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَبٖيلاً”
“Kim bu dünyada körse, ahirette de kördür ve yolunu daha çok sapıtmıştır.” (İsrâ, 72)
Gözün körlüğü değil, kalbin ve basiretin körlüğüdür bu. Bu körlük, ahiret yurdunda mutlak bir pişmanlığa dönüşür.
O hâlde insan, kendisine fısıldanan her sese kulak vermemeli; gelen sesin kaynağını sorgulamalı:
Bu ses, gökten mi geliyor, yoksa nefsin karanlık odasından mı?
- Kurtuluş Duası: Doğru Yolun Sesi
Bu ikilemin ortasında, insanın en büyük ihtiyacı hidayettir. Ve bu hidayet için her gün Fâtiha’da dilimize gelen bir dua vardır:
> “اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ”
“Bizi dosdoğru yola ilet.”
O yol kimlerin yolu?
“صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ”
“Nimet verdiklerinin yolu.”
Kimlerin yolu değil?
“غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّٓالّٖينَ”
“Gazaba uğramışların ve sapmışların yolu değil.”
Bu dua, her gün iki sesi birbirinden ayırmak için yapılan bir yakarıştır. Ve bu dua, hakikatin sesini bulmak isteyen her kulun rehberidir.
Sonuç: Hangi Sese Kulak Veriyorsun?
Ey insan! Kulaklarında iki ses var:
Biri seni kurtuluşa, ebediyete, cennete çağırıyor.
Diğeri seni kendine, nefsine, geçiciliğe hapsediyor.
Kur’an sat diyor; kâr edeceksin. Felsefe tut diyor; ama kaybedeceksin.
Kur’an seni Allah’a götürüyor. Felsefe seni yalancı bir sahiplik duygusuna mahkûm ediyor.
O hâlde karar senin.
Müminin kulağı vahyi dinler. Gafilin kulağı ise hevesin fısıltısına açıktır.
Makale Özeti:
Bu makalede, Bediüzzaman’ın “Nur’un İlk Kapısı”ndaki bir pasaj üzerinden, Kur’an’ın ilâhî çağrısıyla, felsefe-i maddiyenin aldatıcı telkinleri karşılaştırılmıştır. Kur’an insanı Allah’a kul olmaya ve sermayesini kârla satmaya davet ederken, nefis ve maddeci felsefe insanı yalancı bir sahiplik vehmiyle kandırır. Bu iki ses arasında tercih yapan insan ya ebedî hayatı kazanır ya da karanlık bir körlüğe düşer. Kurtuluş, “sırat-ı müstakim”e yönelmek ve hakikatin sesine kulak vermekle mümkündür.