Hakiki Rehber: Kur’an ve Sünnet Mizanında Hayat
Hakiki Rehber: Kur’an ve Sünnet Mizanında Hayat
“İşte ey şeytanın desiselerine müptela olan bîçare insan! Hayat-ı diniyenin ve hayat-ı şahsiyenin ve hayat-ı içtimâiyenin selâmetini dilersen; ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemât-ı Kur’âniye’nin mîzanlarıyla ve Sünnet-i Seniyye’nin terazileriyle a’mâl ve hâtıratını tart ve Kur’ân’ı ve Sünnet-i Seniyye’yi rehber yap ve
اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجٖيمِ
de, Cenâb-ı Hakk’a iltica et!…”
Nur’un İlk Kapısı
Hayat, insana emanet edilmiş büyük bir sermaye ve imtihan vesilesidir. Bu hayat, yalnızca bireysel bir yürüyüş değil; aynı zamanda dinî, içtimaî, fikrî ve kalbî bir yolculuktur. Ve bu yolculukta insan, daima yönünü tayin edecek bir pusulaya, adımlarını dengeleyecek bir mizana, kararlarını isabetli kılacak bir ölçüye muhtaçtır. İşte o ölçülerin en doğrusu, Kur’ân-ı Hakîm’in muhkem mizanları ve Sünnet-i Seniyye’nin terazileridir.
Fakat şeytan, bu ilâhî ölçülerin yerine aldatıcı hayalleri, süslü fakat boş fikirleri, geçici arzuları koymak için gece gündüz çalışır. Kalbe vesvese fısıldar, akla şüphe tohumları eker, insanı gafletin ve hevânın girdabına çeker. İşte bu nedenle, insanın her an uyanık olması gerekir. Çünkü şeytan yalnızca dinî hayatı değil, şahsî huzuru, sosyal dengeyi ve fikir istikametini de ifsat eder.
Bediüzzaman Said Nursî bu gerçeği şöyle özetler: Eğer hayatının her sahasında selamet istiyorsan; şeytanın desiselerine kapılmamak, fikrinin sıhhatini korumak, kalbini selamette tutmak ve nazarını isabetli kılmak istiyorsan, yapacağın şey bellidir: Kur’ân’ı ve Sünnet-i Seniyye’yi rehber edinmek.
Bu rehberlik sadece şekli bir bağlılık değil, bütün niyetleri, fiilleri, düşünceleri onların terazisinde tartmaktır. Kur’ân ve sünnet, sadece ibadetleri değil; alışverişten aile hayatına, eğitimden siyasete kadar her şeyi ölçen ilahî mizanlardır. Onlar olmadan fikir karışır, kalp sapar, nefis azgınlaşır, toplum çözülür.
Bununla beraber insan, acizdir, nisyana meyyaldir. Bu yüzden hem daima tefekküre hem de Rabbine ilticaya muhtaçtır. İşte bu iltica, Bediüzzaman’ın da hatırlattığı şu kısa ama tesirli dua ile başlar:
“Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm.”
Bu dua, sadece şeytanı uzaklaştırmak değil, aynı zamanda bir idrakin, bir duruşun göstergesidir: “Ben kendi başıma, nefsimin ve şeytanın tuzaklarından kurtulamam; Rabbim, bana yardım et!” demektir. Bu bir teslimiyettir, aynı zamanda bir istikamet arayışıdır.
Kur’ân ve sünnetin ölçüsüyle yaşamak, sadece dinî bir vecibe değil; aynı zamanda aklî bir zorunluluktur. Çünkü şeytanın yolu hevâya kolay, hakikate uzak; Kur’ân’ın yolu ise sabır ve metanet ister ama neticesi selamettir.
Özet:
Bu makalede, şeytanın insan hayatını çeşitli yönlerden ifsat edebileceği; ancak Kur’ân’ın muhkem mizanları ve Sünnet-i Seniyye’nin terazileriyle bu tuzaklardan korunulabileceği anlatılmıştır. Bireysel, dinî ve toplumsal hayatta istikamet ve selamet ancak bu iki temel rehberle sağlanabilir. Şeytanın desiselerinden kurtulmak için en güçlü silahlardan biri de, bilinçli bir kalple edilen “Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm” duasıdır.