Zamanın Cihadı: Kalemle, Sabırla ve Sadakatle
Zamanın Cihadı: Kalemle, Sabırla ve Sadakatle
“Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı set çekmektir. Bununla dâhilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Ve cihad-ı maneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlahiyeye karışmamaktır ki “Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk’a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”
Emirdağ Lâhikası 2
Her çağın bir cihadı vardır. Bir dönemde el, bir dönemde söz, bir dönemde fikir ve bir dönemde sabır öne çıkar. Ancak çağımızda en büyük yıkım, maddî değil; manevî tahribat üzerinedir. Kalpler kırık, inançlar sarsılmış, değerler aşınmıştır. İşte bu sebeple, Bediüzzaman Said Nursî’nin şu sözü büyük bir hakikati haykırır:
> “Asıl mesele bu zamanın cihad-ı manevîsidir. Manevî tahribatına karşı set çekmektir.”
Yani bugünün en büyük mücadelesi; imanı kurtarmak, ahlâkı korumak ve kalpleri onarmaktır. Savaş meydanlarında değil, fikir cephelerinde, nefsin tuzaklarında, inançsızlık dalgalarında verilir bu cihad.
Manevî Tahribata Karşı Set Kurmak
Tahribat, sadece bina yıkmak değildir. İnançları sarsmak, değerleri çökertmek, ahlâkı yıkmak da bir tahribattır. Ve bu yıkım, top mermisinden daha sessiz ama daha öldürücüdür. Çünkü:
Fizikî yıkım yeniden yapılır.
Ama kalbî ve ahlakî çöküntü nesilleri perişan eder.
Bu yüzden manevî tahribata karşı yapılacak mücadele de özel, sabırlı ve stratejik olmalıdır. Bir kale nasıl dış surlarla korunuyorsa, iman kaleleri de sabır, sadakat, ilim ve ihlâs ile tahkim edilmelidir.
Cihad-ı Manevî: Silahla Değil, Kalemle
Bediüzzaman bu çağda cihadın mahiyetini şöyle tarif eder:
> “Bu zamanın cihadı manevîdir.”
Yani kılıçla değil, kalemle; silahla değil, hakikatle; çatışmayla değil, şefkatle ve sabırla yapılır. Bu da iki önemli sonucu doğurur:
- Asayişe zarar vermez.
Çünkü cihad-ı manevî, kavga değil, tebliğdir. Darbeyle değil, kalplere dokunmakla olur. - Neticeyi Allah’a bırakır.
Bu hizmette temel kural şudur: “Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakk’a aittir.”
Bu, bir tevekkül değil, aynı zamanda tavır ve disiplin meselesidir. Yani mü’min hizmette çalışır, neticede ısrar etmez. Çünkü sonucu istemek vazife-i ilahiyedir. Kul ise sadece üzerine düşeni yapmakla sorumludur.
Vazife Bilinci: Hizmet Bizden, Netice Allah’tan
İman hizmetinde olanlar için en büyük imtihanlardan biri acelecilik ve netice odaklılıktır. İnsan hemen görmek, başarmak, kazanmak ister. Ama bu hizmette başarı, “yayılan tesir” ile ölçülür; görünür başarılarla değil.
Bediüzzaman’ın şu düsturu bu hizmetin ruhunu özetler:
> “Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz. Netice Cenab-ı Hakk’a aittir.”
Bu ifade aynı zamanda ihlasın ölçüsüdür. Eğer neticeye değil de Allah rızasına odaklanılırsa, işte o zaman ihlas korunmuş olur. Çünkü samimiyet, hizmeti sonuçla değil, niyetle tartar.
Dâhilî Asayişe Yardım: Düşmanlık Değil, İkna
Bugün iç huzurun en büyük düşmanı, fitne, kin, öfke ve kutuplaşmadır. Cihad-ı manevî yapan bir mü’min, bu düşmanlık ateşini körüklemez; bilakis söndürür. Çünkü:
Mü’min, kavga değil ıslah için vardır.
Tebliğ, tartışmayla değil, hikmetle olur.
Dâhilî asayişe yardım, susarak değil; sabırla, şefkatle konuşarak olur.
İşte bu anlayışla hareket eden bir kişi, toplumun dengesini bozan değil, denge sağlayan bir unsur hâline gelir.
Özet
Bu zamanın en büyük cihadı, manevî tahribata karşı ilim, sabır ve ahlakla yapılan mücadeledir. Bu cihad, silahla değil; kalemle, çatışmayla değil; şefkat ve hikmetle yapılır. İman hizmetinde asıl olan, netice değil; ihlasla hizmettir. Çünkü neticeyi yaratmak Allah’ın işidir; kulun görevi sadece çalışmak ve doğru yolda kalmaktır. Bu cihad, aynı zamanda toplumun iç huzuruna zarar vermez, bilakis onu korur. Gerçek mü’min, fitne değil barış, ayrılık değil vahdet üretir.