Siyasetin Kıblesi: Irkçılık mı, İslâmiyet mi?

Siyasetin Kıblesi: Irkçılık mı, İslâmiyet mi?

“Bu vatanda şimdilik dört parti var: Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâm’dır.

Zararları ve tehlikeleriyle beraber, bu zevk hatırı için her millet cüz’î küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.

   Şimdiki terbiye-i İslâmiyenin zafiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başa geçerse, ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakiki Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar hem hakiki Türklerin hem hâkimiyet-i İslâmiyenin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar.

   Çünkü İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsi olan bu âyet-i kerîme

وَ لَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى

dır. Yani birisinin günahıyla başkası muaheze ve mes’ul olmaz. Halbuki ırkçılık damarıyla, bir adamın cinayetiyle masum bir kardeşini belki de akrabasını belki de aşiretinin efradını öldürmekte kendini haklı zanneder. O vakit hakiki adalet yapılmadığı gibi şiddetli bir zulüm de yol bulur. Çünkü “Bir masumun hakkı, yüz caniye feda edilmez.” diye İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsidir. Bu ise çok ehemmiyetli bir mesele-i vataniyedir ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir tehlikedir.

   Madem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar! Siz bu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve cazibedar nokta-i istinadlarına mukabil, daha ziyade maddî ve manevî cazibedar nokta-i istinad olan hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz. Yoksa sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri, nasıl eski partiye yüklüyorlarsa size de yükleyip; Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlup etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim ve İslâmiyet namına telaş ediyorum.”
Emirdağ Lâhikası 2

Tarih boyunca milletler ya hakkı esas alarak yükselmiş, ya da bâtılı ölçü alarak çöküşe gitmiştir. Bugün de aynı imtihan sürmektedir. Siyasetin yönü ya adalete döner ya da tarafgirliğe. Ya milletin bütün fertlerini kucaklar ya da bir kısmını yüceltip diğerini ezer. İşte bu noktada Bediüzzaman Said Nursî’nin şu tesbiti, hem hikmetli hem de zamanlar üstü bir uyarıdır:

> “Bu vatanda şimdilik dört parti var: Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâm’dır…”

Bu ifade, siyasî partiler ötesinde bir zihniyet tercihini gündeme getirir. Aslında bu dört parti, günümüz siyasî partilerinden çok, dört dünya görüşünü temsil eder:

  1. Halkçılık: Batıcı modernleşmeyi esas alan, seküler bir yönetim anlayışı.
  2. Demokratlık: Halk iradesini ve bireysel özgürlükleri gözeten yaklaşım.
  3. Milliyetçilik: Irk ve etnisiteyi merkeze alan millî esaslı siyaset.
  4. İttihad-ı İslâm: Din, ahlak, ümmet şuuru ve Kur’ân esaslarına dayalı bir birlik fikri.

Bediüzzaman’ın uyarısı açık: Eğer siyasetin kıblesi İslam değil de ırk olursa, hem adalet zedelenir hem de birlik dağılır.

İslâm’ın Esas Kanunu: “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”

Kur’an’ın apaçık hükmüdür:

> “Ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ”
(Hiçbir günahkâr, bir başkasının günahını yüklenmez.) (En’âm, 164)

Bu ayet, sadece ahiret sorumluluğunu değil, dünya adalet sisteminin temelini de tarif eder. Adalet, bireyseldir. Suç kişiseldir. Kimse başkasının kabahatiyle yargılanamaz.

Ama ırkçılık duygusu, bu ilkeyi ayaklar altına alır. Irkçılığın mantığı şudur:

“Falanca bizim kavimdendi, suçluysa tüm kabilesi suçludur.”

“Bu etnik grup sorunlu, o hâlde hepsi şüphelidir.”

Bu ise adalet değil; açık bir zulümdür. Çünkü bir kişinin suçu, masum akrabalarına veya mensubu olduğu millete yüklenemez. İslam buna müsaade etmez.

Irkçılık: Hem Türk’e Hem İslâm’a Zarar

Bediüzzaman, milletin büyük çoğunluğunun Türk olmadığını ama herkesin Müslüman olduğunu hatırlatır. Eğer siyaset ırk merkezli bir yönelime girerse, hem hakiki Türkler hem de hâkimiyet-i İslâmiye zarar görecektir. Çünkü birlik unsuru olan din, birliğin temeli olmaktan çıkıp, bölücü etnik duyguların gerisine itilmiş olur.

Oysa tarihte milletleri bir araya getiren şey kavim değil, din bağıdır. Osmanlı bu bağla ayakta kaldı. Selçuklu bu bağla genişledi. Bugün de aynı ruh yeniden dirilmeden, gerçek bir millet olmak mümkün değildir.

Demokratlar: Dine Dayanın, Aksi Takdirde Mağlubiyet Kaçınılmazdır

Bediüzzaman, Demokrat Parti’ye seslenirken sadece bir partiye değil, aynı zamanda bütün dine saygılı siyasetçilere çağrıda bulunur:

> “Siz bu iki partinin (Halkçı-ırkçı çizgilerin) cazibedar noktalarına karşı, İslâmiyet’in hakikatlerini istinad noktası yapmaya mecbursunuz.”

Çünkü halkın gönlünde cazibe merkezleri vardır:

Bazısı milliyetçiliği cazip bulur.

Bazısı seküler özgürlükleri.

Ama dindar halkın gönlündeki en güçlü cazibe merkezi, İslamiyet’in hakikatleridir.

Bunlara dayanmayan bir siyasi hareket, halkın teveccühünü kalıcı olarak kazanamaz. Ve geçmişin yükü gibi başkalarının suçları da bugünün dindar siyasetçilerine yüklenebilir.

Siyasetin Rehberi: Hakaik-i İslâmiye Olmalıdır

Çünkü:

İslam, adaleti esas alır.

Irkçılık, öfkeyi ve ayrışmayı besler.

İslam, birliği ve kardeşliği sağlar.

Irkçılık, masumları suçlu sayarak zulme kapı açar.

O hâlde hakiki kurtuluş, İslam kardeşliğinde ve Kur’ân’ın esaslarında aranmalıdır.

Özet

Said Nursî, siyasette asıl istinat noktasının ırkçılık veya tarafgirlik değil, İslam hakikatleri olması gerektiğini anlatır. Kur’an’ın “Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez” prensibi, hem hukuk hem de siyaset için temel olmalıdır. Irkçılık, adaleti bozar, kardeşliği parçalar. İslam ise herkesi birleştirir, adaleti tesis eder. Bu nedenle dindar siyasetçilerin, halkın teveccühünü kalıcı kılmak istiyorlarsa, dayanaklarını Kur’an’dan ve İslamî ilkelerden almaları zorunludur.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 8th, 2025