Siyaset mi, Saltanat mı? Memuriyet mi, Nemrutçuluk mu?
Siyaset mi, Saltanat mı? Memuriyet mi, Nemrutçuluk mu?
“Bu vatanda şimdilik dört parti var: Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâm’dır.
Halk Partisi ise: Hakikaten acib ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı memurlara verdikleri için yirmi sekiz senelik bütün cinayatıyla başkaların cinayatı ve İttihatçıların mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletildiği halde, Demokratlara bir cihette galip hükmündedirler. Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatte bir hizmetkârlık olduğu halde; bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçuluk ile nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için bütün o acib cinayetlerle ve kendinden olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraber bana yapılan muamelelerinden hissettim ki bir cihette manen Demokratlara galip geliyorlar.
Halbuki İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsi olan hadîs-i şerifte
سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ
yani memuriyet, emirlik ise reislik değil; millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet’in bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdat mutlak keyfî olur. ”
Emirdağ Lâhikası 2
Bediüzzaman Said Nursî, yaşadığı dönemin karmaşık siyasi atmosferinde yalnızca bir sistem eleştirisi yapmamış, aynı zamanda siyasi ahlâkın, İslâmî ölçülerin ve millet irfanının neye dayanması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu açıdan verdiği en dikkat çekici teşhislerden biri şudur:
> “Memuriyet, hakikatte bir hizmetkârlıktır; hâkimiyet, saltanat değil.”
Ne var ki, “benlik zamanı” dediği modern çağda bu ölçü tersine çevrilmiş, hizmetkârlık makamı bir tür ağalık, hatta nemrutluk hâline getirilmiştir. Bediüzzaman bunu, Halk Partisi’nin kanun kisvesi altında memurlara verdiği “zevkli rüşvet” ile açıklarken, bu durumun toplumda nasıl derin etkiler bıraktığını da vecizce ifade eder.
“Benlik Zamanı”nda Nefsin Tatmini: Hizmet Değil, Hâkimiyet
Toplumların yükselmesi için siyaset bir araçtır, gaye değil. Fakat Bediüzzaman’a göre, eğer siyaset “menfaate, makam arzusuna ve enaniyete” dayalı hâle gelirse, bu durumda artık idare değil, istibdat başlar. Kanunlar şahıslara, şahıslar keyfi davranışlara dönüşür. Nitekim ifade eder:
> “Ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır.”
Bu tesbit yalnızca 20. yüzyılın Türkiye’sine değil; tüm çağların ve toplumların siyasi arızalarına uygulanabilecek evrensel bir tahlildir. Çünkü siyaset, şahsî menfaat için yapıldığında, toplumsal huzuru tahrip eder.
Demokratlık: Vicdan Hürriyeti ve İslamiyet’in Temel Yasası
Bediüzzaman, siyasî partileri değerlendirirken onları salt “ideolojik kutuplar” değil, ahlâkî duruşlarıyla analiz eder. Bu açıdan Demokrat Parti’nin vicdan hürriyetine dayalı yapısı, İslamiyet’in şu temel esasıyla ilişkilendirilir:
> “سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ” — Kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.
Bu hadis, siyasetçinin, memurun, idarecinin toplum karşısındaki konumunu netleştirir. Reislik değil, hizmetkârlık. Makam değil, mesuliyet. Bu ölçü, İslam toplumları için yalnızca bir ideal değil, aynı zamanda bir “kanun-u esasî”dir.
Demokratlık anlayışı, bu açıdan İslamî değerlerle bağdaşabilir. Çünkü:
Kuvvet şahıslarda değil, kanunlarda olmalı.
Hürriyet, vicdanın ve inancın güvencesi olmalı.
Devlet, milletin değil; millet, devletin hâkimi olmalı.
Rüşvet-i Umumiye: Bir Toplumun Felaketi
Halk Partisi’nin Bediüzzaman tarafından eleştirilen yönü, sıradan bir politik tutum değil; kanunlar perdesinde yapılan rüşvet-i umumiyedir. Yani makamlar, memuriyetler bir ağalık ve hükmetme hazzı karşılığında dağıtılmaktadır. Bu da ne yazık ki istibdadın yeni bir versiyonudur:
> “Kanunî istibdat” – yani görünüşte demokratik, gerçekte keyfî bir idare.
Bu durum bugünde aynı şekilde devam etmektedir.
Bu anlayış, toplumu yozlaştırır; hak ve adalet terazisini bozar. Çünkü böyle bir sistemde liyakat değil, sadakat; hizmet değil, hâkimiyet ön plandadır. Oysa Kur’ân ve sünnet ölçüleri bunun tam tersini emreder.
İttihad-ı İslâm: Gerçek Alternatif
Bediüzzaman, dört siyasî eğilimi sıralarken, asıl çözümün ne CHP’de ne DP’de, ne de diğer zayıf siyasi partilerde olduğunu belirtir. Çözüm şudur:
> “İttihad-ı İslâm.”
Yani İslam kardeşliğini ve ümmet birliğini esas alan; menfaat ve makam yerine iman ve ahlâkı temel alan bir duruş. Bu hem siyasetin özünü düzeltir, hem de toplumu asli kimliğine kavuşturur.
Özet:
Bu makalede Bediüzzaman Said Nursî’nin, Emirdağ Lâhikası 2’deki siyasî tahlilinden hareketle, memuriyetin bir hizmet mi yoksa hâkimiyet mi olduğu; rüşvet-i umumiyenin toplumsal yozlaşmaya etkisi; vicdan hürriyeti ve İslam’ın temel kanunları; ve İttihad-ı İslâm’ın yegâne çözüm olduğu anlatılmıştır. Bediüzzaman’a göre, siyaset; adaletin, hizmetin ve İslam ahlâkının aracı olmalı, aksi hâlde toplum nemrutçulukla, istibdatla ve ahlâkî çöküşle karşı karşıya kalır.