Siyaset Mi Dine Hizmet Edecek, Yoksa Din Mi Siyasete?

Siyaset Mi Dine Hizmet Edecek, Yoksa Din Mi Siyasete?

“Bu vatanda şimdilik dört parti var: Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâm’dır.

   İttihad-ı İslâm Partisi: Yüzde altmış yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini, siyasete âlet etmemeye belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini, siyasete âlet etmeye mecbur olacağından şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır. ”
Emirdağ Lâhikası 2

Giriş

Siyaset, yönetme sanatıdır; din ise yaşatma nizamıdır. Bu ikisi arasında asırlardır devam eden bir gerilim vardır: Din mi siyasete hâkim olacak, yoksa siyaset mi dini yönetecek? Bu sorunun cevabı, sadece bir ülkenin kaderini değil, milletlerin manevî istikbalini de belirler.

Bediüzzaman Said Nursî, bu sorunun tam merkezinde, hikmetli bir denge önerir: Din, siyasete âlet edilemez; fakat siyaset, dine hizmetkâr olabilir.

Dört Parti, Dört Farklı Yönelim

Bediüzzaman’ın yaşadığı dönemde dört siyasi anlayış mevcuttu: Halk Partisi, Demokrat Parti, Millet Partisi ve İttihad-ı İslâm fikri.

Halk Partisi, jakoben laikliği savunur, dini tamamen kamusal alandan dışlamayı hedeflerdi.

Demokrat Parti, dindar halkla daha barışık olmakla beraber, tam bir İslamî perspektif sunmazdı.

Millet Partisi, gelenekçi-muhafazakâr bir çizgi izlemeye çalıştı.

İttihad-ı İslâm ise doğrudan Kur’ân merkezli, ümmet bilinciyle siyaset üstü bir çizgiyi temsil ederdi.

Bediüzzaman’ın bu dört yapı içinde en çok kıymet verdiği, idealize ettiği “İttihad-ı İslâm” fikriydi. Ancak, bizzat o bile bu fikrin şu anda siyaset başına geçmemesi gerektiğini söylüyordu. Neden?

Din Neden Siyasete Alet Edilemez?

Bediüzzaman’a göre, din; semavî, saf, evrensel ve ebedîdir. Siyaset ise dünyevî, değişken, çoğu zaman kirli ve muvakkat bir meşgale olabilir. Bu sebeple siyaset, dine yük olamaz; dinin yüceliği siyasetin inişli çıkışlı vadisine sokulamaz.

Din, siyaset meydanına indiğinde:

Kutsal değerler günlük hesaplara kurban edilir.

Partizanlık, din kardeşliğini ezer.

Menfaat, ihlâsı bozar.

Dini temsil ettiğini iddia edenler düşerse, din de düşmüş gibi anlaşılır.

İşte Bediüzzaman’ın dikkat çektiği en mühim nokta budur: Şu an için İttihad-ı İslâm fikrini siyaset meydanına sürmek, manevî bir felaket olabilir.

Siyaset Dine Hizmet Edebilir mi?

Evet, edebilir. Ama yalnızca kendi nefsini aradan çıkaran, hizmeti Allah rızası için yapan kadrolar varsa. Bediüzzaman bu konuda net bir ölçü verir: “Siyaseti dine âlet etmek değil; siyaseti dine hizmetkâr etmek” gerekir. Bu da:

Dinî değerleri reklam aracı yapmadan,

Dindar görünerek halkı aldatmadan,

Hakkı üstün tutarak adaletle davranmakla mümkündür.

Bu ölçüyü kaybeden bir hareket, kısa vadede güç kazansa da uzun vadede hem siyaseti hem dini yıpratır.

Günümüz İçin Ne Söyler?

Bugün dindar görünüp İslâm’ı yalnızca bir iktidar aracı gören yapılar, Bediüzzaman’ın bu ikazını göz ardı etmiş gibidir. Dinî sembollerle oy toplayan ama ahlâkî ve adaletli yönetim sergileyemeyen yapılar, sadece halkın güvenini değil, dine olan itibarı da sarsar.

Bir “İslamcı siyaset” imajı altında yapılan yolsuzluk, liyakatsizlik ve adaletsizlikler; dine düşmanlık doğurur. Oysa gerçek bir İttihad-ı İslâm, siyasetin değil; imanın, ihlâsın, hikmetin ve adaletin ittihadıdır.

Sonuç: İttihad-ı İslâm Bir Gaye-i Hayaldir, Ama Aceleye Gelmez

Bediüzzaman, bir ideal sunar ama bu ideali aceleyle, zamansız ve hazırlıksız bir şekilde hayata geçirmenin tehlikesine işaret eder. Dinî terbiye zayıf, ihlâsı bozulmuş, nefisleriyle hareket eden insanların eline bu büyük dava teslim edilemez.

Milletin imanını tahkim etmeden, ahlâkını düzeltmeden, ulema ve halkı aynı çatı altında toplatmadan bir “İslamî siyaset” kurmak, hayrı değil zararı netice verir.

O hâlde, öncelikli görevimiz, İslâmî siyaseti değil, siyasetsiz bir İslâmî şuuru inşa etmektir. Ta ki vakti gelince, siyaset bu şuura hizmetkâr olsun, hâkim olmasın.

Makale Özeti

Bu makale, Emirdağ Lâhikası’ndaki Bediüzzaman’ın dört siyasi yapı hakkındaki değerlendirmesinden hareketle, din-siyaset ilişkisini ele alır. “İttihad-ı İslâm”ın kutsal bir ideal olduğu, ancak mevcut terbiye zafiyetleri ve siyasi şartlar sebebiyle henüz iktidara geçmesinin doğru olmayacağı anlatılır. Dinî değerlerin siyasete alet edilmesinin tehlikelerine dikkat çekilir ve siyasetin dine hizmet etmesi gerektiği ifade edilir. Sonuç olarak, İslâmî şuurun inşası öncelikli bir vazife olarak ortaya konur.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 8th, 2025