Perdenin Ardındaki Mucize: Ülfetin Gölgesinde Kayıp Hakikatler

Perdenin Ardındaki Mucize: Ülfetin Gölgesinde Kayıp Hakikatler

“Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri altında çok hârika hakikatler gizleniyor gördüm. Bilhassa ehl-i gaflet ve ehl-i tabiat ve felsefenin dinsiz kısmı, bu âdetullah kanunlarının perdesi altında çok mu’cizat-ı kudret-i İlahiyeyi görmeyip; dağ gibi bir hakikati, zerre gibi bir âdi esbaba isnad eder, yükletir. Kadîr-i Mutlak’ın, her şeydeki marifet yolunu seddeder. Ondaki nimetleri kör olup görmeyerek şükür ve hamd kapısını kapıyorlar. ”
Emirdağ Lâhikası 2

İnsan gözü, sürekli gördüğüne alışır; kulak, sürekli duyduğunu duymamaya başlar. Kalp ise alışkanlığın perdesiyle örtülen hakikatleri hissedemez hâle gelir. İşte bu hal, ülfet denilen büyük bir tehlikedir. Ülfet, yani aşinalık ve alışkanlık, en parlak hakikatleri sıradanlaştırır, en büyük mucizeleri görünmez kılar.

Her gün doğan güneş, yağan yağmur, açan çiçek, doğan çocuk… Bunlar, sıradan birer olay gibi görünür. Ama hakikatte her biri, kudret-i ilâhiyenin parlayan mucizeleridir. Ne var ki bu olağan tekrarlar, insanın kalbinde “bu hep oluyor zaten” düşüncesiyle örtülür ve Allah’ın kudreti gözlerden gizlenir. Bediüzzaman Said Nursî, bu büyük gaflete dikkat çekerek, “ülfet ve âdet perdelerinin altında gizlenen hakikatler”i nazarlara sunar.

Kanun-u Âdetullah: Mucizelerin Sistemli Gelişi

Kâinatta her şey belli bir ölçü, düzen ve kanunla işler. Bu düzene “adetullah” veya “sünnetullah” denir. Yağmurun yağması, çiçeğin açması, hücrenin bölünmesi gibi olaylar, ilâhî kanunlara göre işler. Fakat bu sistemlilik, gafletle bakıldığında her şeyin kendi kendine olduğu zannını doğurur. Hâlbuki bu sistemin varlığı, kudretin inkârı değil, bilakis delilidir. Çünkü sistem, ancak ilim, irade ve kudret sahibi bir failin varlığıyla anlam kazanır.

Fakat ehl-i gaflet, bu kanunların arkasındaki fail-i hakikiyi görmez. Onlar için doğa bir “yapan”, tabiat bir “yaratıcı”, sebepler bir “fail” hâline gelir. Oysa bu, dağ gibi bir hakikatin, zerre gibi sebeplere yükletilmesi demektir. Ve bu bir cehalet değil, cehl-i mürekkep, yani bilinçli bir körlüktür.

Gafletin En Büyük Perdesi: Alışkanlık

Her gün güneşin doğması, sabahın olması, uykunun gelmesi, rızkın ulaşması… Bunların her biri aslında her an yeniden yaratılan bir mucizedir. Fakat tekrar eden her şey, zihin için sıradanlaşır. Bu sıradanlık, insanı şükürden uzaklaştırır, hayreti söndürür ve yaratılışın ardındaki sanatkârı unutturur.

Bir çocuğun doğumu ne büyük bir mucizedir. Ama bu olay her gün tekrar ettiği için artık insanlar, onun kudret boyutunu düşünmez. Oysa insanın yaratılışı, sayısız hücrenin, sistemin, ruhun, aklın, kalbin bir araya getirilmesiyle mümkündür. Bu öyle ince ve hikmetli bir iştir ki, en ileri teknoloji bile bunu taklitten acizdir. Ancak gaflet perdesiyle bakan, bu mucizeyi bir damla suya, tesadüfe veya kör tabiata verir. Bu ise hakikate değil, cehalete kapı açmaktır.

Tabiata İman: Marifet Yolunun Kapanması

Ülfetle bakan bir göz, nimeti görse bile nimetin vericisini göremez. O yüzden şükür kapısı kapanır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle bu, marifet yolunun seddi, yani Allah’ı tanıma yollarının tıkanmasıdır. Çünkü nimetin sahibi bilinmezse, ona teşekkür de edilmez. Bu da insanı nankörlüğe, gaflete ve nihayet inkâra götürür.

Bu yüzden her Müslümanın, âdetlerin ardındaki iradeyi, sebeplerin gerisindeki kudreti ve tabiatın ötesindeki rahmeti fark etmesi gerekir. Çünkü bu fark ediş, sadece bir bilgi değil, bir kulluk şuurudur.

Mana-yı Harfi: Perdeleri Yırtan Bakış

Bediüzzaman’ın sunduğu çözüm ise nettir: mana-yı harfiyle bakmak. Yani her şeyin Allah’a bakan yönüyle değerlendirilmesi. Bir elmayı yerken sadece tadını almak değil, onu veren Rezzak’ı hatırlamak. Yağmuru izlerken sadece fizikî süreci değil, rahmetin inişini fark etmek. Bu nazar, alışkanlığı hayrete; gafleti şükre; sebepleri ise tevhide dönüştürür.

Sonuç: Gören Gözler, Şükreden Kalpler

Bu âlemde her şey, tekrar eder gibi görünse de her an yeniden yaratılmaktadır. Bu tekrar, bir tekdüzelik değil; bir tazelenme, bir tesbih, bir zikirdir. Bunu görebilmek, insanın gözündeki perdeyi kaldırmasıyla mümkündür. Bu perde ise çoğu zaman alışkanlık, gaflet ve sebeplere esir olmaktır. Gerçek iman; perdeyi yırtmak, perde arkasındaki kudreti görmektir.

Ve işte o zaman, insan hakikaten “insan” olur.

Özet:

Bu makalede Bediüzzaman’ın dikkat çektiği “ülfet ve âdet”in, insanı hakikatten uzaklaştıran büyük bir perde olduğu işlenmiştir. Kâinattaki sistemli işleyiş, gafletle bakıldığında sıradan görünmekte ve mucizeler göz ardı edilmektedir. İnsan, bu alışkanlıklar yüzünden Allah’ın kudretini, nimetlerini ve sanatını fark edememekte; tabiat ve sebepler putlaştırılmaktadır. Bu da şükür kapısını kapatmakta ve marifet yolunu tıkamaktadır. Çözüm ise, “mana-yı harfi”yle yani her şeyin Allah’a bakan yüzüyle bakmak, her nimeti O’ndan bilip şükretmektir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 8th, 2025