Müsbet Hareket ve Sorumluluk Bilinci: Vazifemiz Neydi?
Müsbet Hareket ve Sorumluluk Bilinci: Vazifemiz Neydi?
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. ”
Emirdağ Lâhikası 2
Giriş
Bediüzzaman Said Nursî’nin, özellikle fitne zamanlarında ve sosyal çalkantıların arttığı dönemlerde sıkça vurguladığı bir hakikat vardır: Müsbet hareket. Bu, sadece bir strateji değil, aynı zamanda bir imanî duruş, bir ahlâkî sorumluluk ve Kur’ânî bir hikmettir. Çünkü iman hizmeti, kavga ederek değil, sabır ve metanetle inşa edilir.
Müsbet ve Menfî Arasındaki İnce Çizgi
Müsbet hareket, yapılan her fiilin netice-i İlâhiyeye karışmadan, rıza-yı İlâhî ekseninde gerçekleştirilmesidir. İnsanın eliyle değil, kalbiyle ve niyetiyle ölçülen bir duruştur bu.
Menfî hareket ise dıştan bakıldığında mücadele gibi görünse de içinde çoğu zaman öfke, intikam, karışıklık ve nefsaniyet taşır. Asıl niyet hizmet değil, görünür olmak, üstün gelmek ve galip çıkmaktır. Oysa galip gelse bile mağlup düşer insan, eğer rıza-yı İlâhî yoksa neticede kazanç değil, hizmetin bereketsizliği vardır.
Tarihten Bir İbret: Uhud’un Ardındaki Ders
Uhud Harbi, Müslümanların Bedir zaferinden sonra yaşadıkları bir imtihandı. Bedir’deki zafer ne kadar “müsbet bir hareketin” neticesiyse, Uhud’daki yenilgi de “emre muhalefet eden” küçük bir gurubun nefsani menfî hareketinin sonucuydu.
Ashab-ı Kiram’ın Uhud’da yaşadığı bu tecrübe, bize bir şeyi öğretir: Zafer, tedbirle değil, teslimiyetle gelir. Başarı, neticeye değil, niyete ve itaate bağlıdır.
Bediüzzaman’ın bu çağrısı da aynı eksendedir: “Vazife-i İlahiyeye karışma!” Çünkü senin işin emre itaat, Allah’ın işi ise neticeyi yaratmaktır.
Günümüz Dünyasında Müsbet Hareketin Değeri
Bugün, sosyal medya çağında, insanlar zıddını susturarak, gürültüyle haklı çıkmaya çalışıyor. Herkes, bir başka sesin üstüne basarak kendi sesini duyurmaya çalışıyor. Halbuki hakikat, sessizlikte de parlar. Müsbet hareket, karşındakini susturmak değil; sabırla, sebatla, hikmetle ve hilm ile konuşmaktır.
Müsbet hareket eden biri; tartışmaya değil, temsil gücüne güvenir. Provokasyona kapılmaz, sokak diline inmez. Herkes kavga ederken o sükûtu ile haykırır. Çünkü bilir ki bir damla hikmet, bin damla öfkeyi söndürür.
Sabır, Şükür ve Asayişe Hizmet
Bediüzzaman’ın “asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti” ifadesi, sadece bireysel sükûnet değil, toplumsal barışı da içine alır. Çünkü imanla terbiye edilen kalpler, kırıcı değil onarıcı olur. Ahlâkî zaaflar, imanla tamir edilir. Müsbet hareket, toplumda adaletin ve merhametin filizlenmesini sağlar.
Sabır, sadece katlanmak değil; vazifeye sadakatle devam etmektir. Şükür ise her türlü imkânda, “Allah beni bu hizmetten mahrum bırakmamış” diyebilmektir. Çünkü biz hizmetkârız; netice Allah’a aittir.
Sonuç: Vazifemizi Unutma, Neticeye Karışma
Bediüzzaman’ın “Vazife-i İlahiyeye karışmamak” öğüdü, bir çağrıdır: Sonuçlar bizim değildir. Bizim olan, niyet ve gayrettir. İman hizmeti bir sabır maratonudur, bir vakar yolculuğudur. Herkes bağırırken susmak, herkes dağıtırken toparlamaktır. Bu milletin huzuru, öfke yarışında değil; müsbet hareketle yapılan sessiz hizmetlerde saklıdır.
Makale Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin “müsbet hareket” prensibi üzerinden, bireysel ve toplumsal sorumluluğu işler. Tarihî örneklerle desteklenerek, menfî hareketin tehlikeleri, müsbet hareketin hikmeti anlatılır. Neticede, hakka hizmetin sabır, şükür ve teslimiyetle mümkün olduğu; sonuçlara değil, rıza-yı İlâhîye odaklanılması gerektiği ifade edilir. Vazife bizim, netice Allah’ındır.