Lozan ve İslâm’dan Uzaklaştırma Planları

Lozan ve İslâm’dan Uzaklaştırma Planları

“Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında “Lozan’ın İçyüzü” diye yazılan makaleden:

   İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:

   “Türkiye, İslâmî alâkasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa bizimle hulus birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”

   Lozan’da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakiki kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:

   “Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden (yani an’ane-i İslâmiyet’ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet’in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir.” ”
Emirdağ Lâhikası 2

Bir Milletin Ruh Kökünü Koparma Operasyonu

Tarih boyunca hiçbir galip, mağlubu bu kadar kendi eliyle kendi değerlerinden uzaklaştırmamıştır. Ve hiçbir millet, kendi manevî kökünü kesen makası, bu denli büyük bir sessizlik ve gafletle kendi eline almamıştır. 20. yüzyılın başında Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı hadise, sadece bir diplomatik metin, bir barış antlaşması yahut siyasî zafer değil; bir milletin ruh köküne saplanan ilmik ilmik işlenmiş bir projedir: Lozan ve sonrası.

Kurulan Masa ve Bozulan İtimat

Lozan Konferansı, zahirde Sevr’i yırtmak ve Batı ile barışı sağlamak için kurulmuştu. Ancak bu masa, sadece sınırların değil, milletin kimliğinin, inancının, ruhunun pazarlık konusu olduğu bir tuzaktı. Masada sadece topraklar değil; camiler, ezanlar, şeriat, hilafet, harfler ve başörtüsü de vardı. İngiliz murahhası Lord Curzon’un, tarihe geçen şu sözleri bu tezgâhın nihaî maksadını ifşa etti:

> “Türkiye, İslâmî alâkasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa bizimle hulus birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”

Bu cümle, Batı’nın aslında neyin peşinde olduğunu açıkça ortaya koyuyordu: Türkiye, İslâm’ın sancaktarlığını bırakmalıydı. Onlara göre Osmanlı’nın asıl suçu, toprak büyüklüğü değil; imanı, hilafeti ve ümmetin manevî liderliği idi.

İçerideki Ses ve Dışarıdaki Baskı

İsmet Paşa’nın bu sözlere cevaben verdiği güvence ise çok düşündürücüdür:

> “Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden (yani an’ane-i İslâmiyet’ten) kurtulmak hususunda besledikleri azmin, inkâr edilmez delilidir.”

Yani, İslâmî gelenekleri “köhne engeller” olarak görmek ve bu değerlerden sıyrılmayı bir medeniyet projesi olarak sunmak, ne yazık ki içeriden bir teslimiyeti de göstermekteydi. Böylece Batı, yalnız askerî değil; zihnî ve kültürel bir teslimiyetin de temellerini atmış oldu.

Batı’nın “Minneti” ve Bizim Kayıplarımız

Lord Curzon, “İslâm’dan vazgeç, sana her şeyi vereyim” diyordu. Peki sonra ne verdiler?

Hilafeti kaldırdılar.

Medreseleri kapattılar.

Ezanı susturdular.

Kur’an öğrenimini yasakladılar.

Alfabe değiştirildi.

Camiler depo, meyhane ve müze yapıldı.

Ve millet, tarihine, dinine ve ruh köküne yabancılaştırıldı.

Minnet olarak ise Batı’dan ne geldi? Borçlar, kapitülasyonlar, aşağılanma ve içimizde Batı’ya hayran nesiller…

Lozan Bir Dönüm Noktasıdır Ama Neyin?

Lozan, “savaş bitti” denen noktada aslında asıl savaşın başladığı yerdir. Bu savaş, kalelerle değil kalplerle ilgilidir. Haritayla değil inançla oynamayı hedefler. Zira Batı şunu çok iyi biliyordu: Bir milletin ordusu değil, inancı mağlup edilirse; o millet tamamen teslim olur.

Bugün Ne Yapmalı?

Bugün bize düşen, tarihi bir siyaset tartışması yürütmek değil; bu tuzağın farkına varmak ve yeniden o ruhu, o İslâmî irtibatı tesis etmek olmalıdır. Bu millet, asırlarca üç kıtaya adalet götürmüşse, bunu kılıçla değil; Kur’an’la yapmıştır. Bugün de aynı diriliş, ancak imanla, irfanla, ilimle ve tefekkürle mümkün olacaktır.

ÖZET:

Lozan Konferansı, sadece bir siyasi antlaşma değil, İslam’dan uzaklaştırma projesinin diplomatik kılıfıdır. İngiliz temsilcisi Lord Curzon’un açıkça belirttiği şartlar, Türkiye’nin İslam’dan kopması karşılığında Batı’nın “minnet” vaatlerini ihtiva ediyordu. İsmet Paşa’nın bu tekliflere sıcak yaklaşması, bir zihniyet dönüşümünü de başlatmış oldu. Ancak bu “medeniyet” adına yapılan tavizler, milletin ruhunu zedelemiş ve manevî çöküşe neden olmuştur. Bugün yapılması gereken; bu hakikatin farkına varmak, ruh kökümüze dönmek ve yeniden İslâmî kimliğimizle dirilişe yönelmektir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 8th, 2025