Kendi Âlemini Taşıyan İnsan: Her Hayat Bir Kâinattır
Kendi Âlemini Taşıyan İnsan: Her Hayat Bir Kâinattır
“Evet, herkesin bu âlemde birer âlemi var, birer kâinatı var. Âdeta zîşuurlar adedince birbiri içinde hadsiz kâinatlar, âlemler var. Herkesin hususi âleminin ve kâinatının ve dünyasının direği kendi hayatıdır. Nasıl herkesin elinde bir âyinesi bulunsa ve bir büyük saraya mukabil tutsa herkes bir nevi saraya, âyinesi içinde sahip olur. Öyle de herkesin hususi bir dünyası var.”
Emirdağ Lâhikası 2
“İnsan âlemde değil, âlem insanda gizlidir.”
Bir dünya var dışımızda; yıldızlar, dağlar, insanlar, şehirler…
Ama bir dünya daha var içimizde; düşünceler, duygular, hatıralar, acılar, sevinçler…
Ve işte bu ikinci dünya, her bir insanın kendine mahsus âlemidir.
Bediüzzaman’ın veciz ifadesiyle:
> “Herkesin bu âlemde birer âlemi var, birer kâinatı var.”
Âlem-i Şuur: Her Kalpte Bir Kâinat
Bir insan, aynı mekânda bulunsa bile diğerinden farklı bir âlem yaşar. Birinin gözünde bahar olan, diğerinin kalbinde kıştır. Birinin sevinci, diğerinin acısı olabilir. Çünkü her zîşuurun, yani şuur sahibi varlığın kendine ait bir “iç âlemi” vardır.
> “Nasıl herkesin elinde bir aynası olsa ve o aynayla bir saraya baksa, herkesin aynasında farklı bir saray görünür;
aynı şekilde, her insanın kalp ve akıl aynası da bu dünyaya farklı mânâlar yükler.”
İşte bu yüzden aynı dünyada farklı hayatlar, aynı evde farklı ruh hâlleri, aynı olayda farklı tepkiler görülür.
Hayat: Âlemin Direği
> “Herkesin hususi âleminin ve dünyasının direği, kendi hayatıdır.”
Hayat giderse, âlem söner.
Hayat, şahsî bir güneştir; o ışığını çekince iç âlem kararır.
Bu bakış açısı, insanı iki yönden sorumlu kılar:
- Kendi hayatını anlamlandırmak: Çünkü kendi âlemini ancak sen inşa edebilirsin.
- Başkalarının âlemlerine saygı göstermek: Çünkü herkesin dünyası kendine hastır..
Bunun farkına varmak, insanın hem şuurunu hem de şefkatini derinleştirir.
Hususi Âlemler Arasında Yaşamak
Toplum, bir araya gelmiş yüzlerce binlerce “hususi âlem”den ibarettir. Her bireyin geçmişi, hatıraları, acısı, duası, pişmanlığı, ümidi farklıdır. Herkes kendi kâinatının merkezinde yaşar.
Ve işte buradan çıkan büyük ders şudur:
Hiç kimsenin kalbi, yüzeyden anlaşılmaz.
Hiç kimsenin âlemi, tek pencereden görülmez.
Bu yüzden insanları yargılamak yerine anlamaya çalışmak, en derin şefkatin kapısını açar.
İmanın Aydınlattığı Âlem
Bu hususi âlem, imanla nurlanır, küfürle kararır.
Bir müminin iç âlemi; cennet tomurcukları gibi ümit, teslimiyet, dua, tevekkül ve sabırla bezenir.
Bir gafilin iç âlemi ise; karanlık bir boşluk, anlamsızlık ve korkuyla dolar.
Dolayısıyla, asıl fethedilmesi gereken kâinat, dışarıdaki yıldızlar değil; içimizdeki âlemdir.
Ve bu fetih, kalp ve ruh terbiyesiyle, iman ve marifetle mümkündür.
ÖZET:
Her insanın kendine ait bir iç dünyası, bir hususi kâinatı vardır. Bu âlem, onun hayatıyla ayakta durur; hayatı sönerse, âlemi de söner. Her bireyin kalp ve akıl aynası farklı olduğu için dünyayı anlayışı da farklıdır. Bu farkındalık, insanı hem daha anlayışlı hem de daha bilinçli yapar. İman ise bu hususi âlemleri nurlandıran en büyük güneştir. İnsan, kendi iç âlemini ıslah ederek hakikî huzura kavuşabilir. Çünkü en büyük âlem, insanın içindedir.