Kâinatın Lisanı: Her Şeyde O’nu Gösteren Bir Âyet Var
Kâinatın Lisanı: Her Şeyde O’nu Gösteren Bir Âyet Var
“Evet Cenab-ı Hak, bu kâinatı insana lâzım ve lâyık her şeyi içinde halk etmiş bir misafirhanedir. Ziyafetler nevinde bazı zaman ve asırlarda gizli kalmış nimetlerini dua-yı fiilî olan telahuk-u efkârdan ileri gelen taharriyat neticesinde ellerine ihsan eder. Buna karşı şükür etmek lâzım gelirken, bir küfran-ı nimet nevinden âdi, âciz bir insanın icadı, hüneri nazarıyla bakıp sonra o küllî bir şuur ve ilim ve irade ve rahmet ve ihsanın neticesi olan o hârikaları unutturup yalnız ince bir perdesini gösterip; şuursuz tesadüfe, tabiata ve camid maddelere havale edip ahsen-i takvimde olan insaniyetin mahiyetine zıt bir cehl-i mutlak kapısını açmaktır. Öyle ise
وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ
تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ
düsturuyla, mahlukata mana-yı harfiyle bakmak elzemdir ki insan, insan olsun. ”
Emirdağ Lâhikası 2
İnsan bu dünyaya bir misafir olarak gönderilmiştir. Bu misafirhanede gözüne, kulağına, kalbine, aklına hitap eden sayısız ikram ve ihtimamla karşılanır. Güneş onun için doğar, toprak onun için meyve verir, rüzgar onun için eser, su onun için akar. Hatta zamanın derinliklerine gizlenmiş nice nimet ve keşifler de onun aklî dualarının neticesi olarak yeryüzüne çıkar. Lâkin bütün bu ikramlara karşı, insandan beklenen en doğal karşılık; minnet, şükür ve Yaratan’ı tanımaktır.
Ne var ki insan, çoğu zaman bu misafirhanenin sahibini unutmakta, ikramları başkasına isnat etmekte ve kendini ev sahibi zannetmektedir. Oysa her nimet, arkasında sonsuz bir ilim, irade ve rahmeti gösteren birer işarettir. Bu işaretleri göz ardı etmek, varlığı anlamlandıran ruhu kaybetmektir. İşte bu yüzden Bediüzzaman Hazretleri “mahlukata mana-yı harfiyle bakmak elzemdir ki insan, insan olsun” der.
Misafirhane-i İlahiye: Nimetlerin Şuurla Serildiği Bir Sofra
Kâinat başıboş, sahipsiz, gelişi güzel bir mekân değildir. Bilakis her şeyin bir düzenle yaratıldığı, her canlının ihtiyacına göre rızkının gönderildiği, mevsimlerin bir takvim gibi işlediği muazzam bir sistemdir. Bu sistemin işleyişi, bilinçsiz sebeplere değil, bilinçli bir Kudret’e dayanır.
İnsanoğlunun icat dediği şeyler, aslında var olan hakikatlerin fark edilmesidir. Uçak, kuşun sırrının keşfiyle; elektrik, tabiatta saklı enerjinin ortaya çıkarılmasıyla; ilaçlar, bitkilerdeki şifa özelliklerinin anlaşılmasıyla mümkündür. Yani insan, icat etmiyor; sadece keşfediyor. Keşfettiğini ise kendine mal ediyor. Halbuki bu nimetlerin tamamı Allah’ın isimlerinin yeryüzündeki yansımalarıdır.
Küfran-ı Nimet: Nimetin Kaynağını Unutmak
Nimete ulaşıp da onu, sanki kendi aklıyla ve hüneriyle elde etmiş gibi davranmak, hakikatte bir nankörlüktür. Tıpkı misafir olup da ev sahibini yok saymak gibi bir densizliktir. Bugün bilim ve teknoloji ilerledikçe, kâinat daha çok anlaşılır hâle gelmiş; fakat bu anlaşılma, çoğu zaman şükre değil, kibir ve gaflete sebep olmuştur.
İnsan, kendi acziyetini fark ettikçe Allah’a yönelir. Ama aklına güvenip de kendi keşfini yüceltirse, o zaman kâinatı bir harf gibi okuyacağına, bağımsız bir kelime gibi okur. Ve böylece her şeyin arkasındaki kudreti değil, sadece görünürdeki sebebi görür. Bu ise insaniyetin mahiyetine, yani “ahsen-i takvim” olan yaratılış gayesine zıttır. Çünkü insan; gören, düşünen, anlayan ve Yaratan’ı tanıyacak bir istidatla yaratılmıştır.
Mana-yı Harfiyle Bakmak: Eşyanın Allah’a Bakan Yüzünü Görmek
Risale-i Nur’da sıkça geçen “mana-yı harfiyle bakmak” kavramı, kâinattaki her şeyin Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden birer harf, birer ayet gibi görülmesidir. Tıpkı yazılmış bir kitapta kelimelere bakarak yazarını anlamak gibi, yaratılmış bu kâinatta da varlıklara bakarak Yaratan’ı tanımak gerekir.
Bir çiçek sadece estetik bir varlık değildir; aynı zamanda Rezzak, Latîf, Cemîl ve Hakîm isimlerinin bir tecellisidir. Bir yağmur damlası sadece fizikî bir olay değil; rahmetin, inayetin ve düzenin bir habercisidir. Bu bakış açısı kazandırıldığında, her şey Allah’a açılan bir pencere hâline gelir. O vakit insan, “Her şeyde O’nu gösteren bir ayet var” hakikatini hayatının merkezine yerleştirir.
Sonuç: Gafletten Şükre, Tesadüften Tevhîde
Bu kâinat, başıboş ve gayesiz değil; bilakis insana hizmet için kurulmuş muhteşem bir sofra, bir dershane ve bir aynadır. İnsana düşen; bu nimetleri Yaratan’ı tanımak için vesile kılmak, hikmeti görmek, şükretmek ve mana-yı harfiyle bakmaktır. Tesadüf, tabiat ve sebepler; sadece perdedir. O perdelerin arkasındaki sonsuz kudreti, hikmeti ve rahmeti görmedikçe, insan sadece bakar ama göremez; duyar ama işitemez.
İnsanı insan yapan, aklıyla birlikte kalbini ve ruhunu da işletmesidir. Ve o zaman kâinat kitabı, onun için suskun bir madde yığını değil; konuşan bir vahiy sayfasına dönüşür.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi kâinatın bir misafirhane olduğu ve her şeyin içinde Allah’ın nimetlerinin gizli olduğu anlatılmıştır. İnsan bu nimetleri keşfettikçe şükretmeli, icadı kendine değil, ihsan edene nisbet etmelidir. Aksi takdirde küfran-ı nimet ve gaflet kapısı açılır. Çözüm ise, mahlukata “mana-yı harfiyle” bakmak, yani her varlıkta Allah’a işaret eden anlamları görmektir. Bu bakış açısı, insanı insan yapar ve kâinatı bir tefekkür kitabına çevirir.