İstikbal İmanın Olacaktır: Aklın, İlmin ve İnsafın Zaferi
İstikbal İmanın Olacaktır: Aklın, İlmin ve İnsafın Zaferi
“Ey bu Camiü’l-Emevî’deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâm’ın cami-i kebirinde olan kardeşlerim! Siz de ibret alınız. Bu kırk beş senedeki hâdisattan ibret alınız. Tam aklınızı başınıza alınız. Ey mütefekkir ve akıl sahibi ve kendini münevver telakki edenler! Hasıl-ı kelâm: Biz Kur’an şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tabi oluyoruz; akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin tabileri gibi ruhbanı taklit için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’an hükmedecek.”
“Evet, şimdi olmasa da otuz kırk sene sonra fen ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam teçhiz edip cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş, inşâallah yarım asır sonra onları darmadağın edecek.”
Emirdağ Lâhikası 2
Tarihler değişse de hakikat değişmez. Asırlar devrilir, iktidarlar yıkılır, fikirler çöker ama Kur’ân hakikatleri yerinde sabit durur. Bediüzzaman Hazretleri’nin 20. yüzyılın ortasında, hem Doğu’nun gafletine hem Batı’nın istikbale dair kibirli bakışına karşı dile getirdiği şu hakikat, bugün insanlık için hâlâ canlı, taze ve geçerlidir:
> “Biz Kur’an şakirdleri bürhana tâbiyiz. Akıl ve kalple hakikatleri anlıyoruz. Ruhbanlar gibi taklit için bürhanı terk etmeyiz.”
İşte bu ifade, İslâm’ın fıtratla, akılla ve ilimle olan sarsılmaz bağını ortaya koymaktadır. Kur’ân, sadece bir inanç kitabı değil; aynı zamanda aklın dostu, ilmin kılavuzu, medeniyetin ruhudur. Bu sebepledir ki; Bediüzzaman, gelecekte fen ve ilim hükmedecekse, Kur’ân da hükmedecek demektedir. Çünkü hakikatle çelişmeyen, bilakis onu destekleyen tek kelam Kur’ân’dır.
Taklidi Dinden Tahkiki İmana
Bediüzzaman’ın altını çizdiği en önemli farklardan biri şudur: Diğer dinlerin mensupları gibi ruhban sınıfına körü körüne bağlanmak değil, akıl ve kalp süzgecinden geçerek iman etmek. Çünkü İslâm’ın çağrısı:
> “Aklınızı kullanmaz mısınız?”,
“Bilenle bilmeyen bir olur mu?”,
“Bunda da düşünüp taşınan bir topluluk için büyük ibret vardır.” gibi ayetlerle açıkça tahkikî imanı teşvik eder.
Modern insan, din adına sunulan çelişkili, akıldışı dogmalardan bıktı. Bu noktada İslâm ve Kur’ân, bürhanî ve mantıkî yapısıyla bütün dikkatleri üzerine çekmektedir. Çünkü iman; aklın inkâr etmediği, kalbin tatmin olduğu bir teslimiyettir.
Dokuz Mani ve Üç Kuvvet: Mücadele Devam Ediyor
Bediüzzaman burada insanın içindeki üç kuvveti (akıl, kalp ve vicdan) ve onları engelleyen dokuz düşmanı (heva, gaflet, dalalet, enaniyet, zulüm, menfaatperestlik, tembellik, taassup ve korku) anlatır. O dönemde bu dokuz düşman, ferdin manevî cihazatını adeta felç etmiştir. Fakat medeniyetin gerçek güzellikleri, fen ve marifet ile insanın iç potansiyelini tekrar canlandıracaktır.
Bediüzzaman bu noktada şu müjdeyi verir:
> “Şimdi değilse de otuz kırk yıl sonra, fen, marifet ve medeniyet bu üç kuvveti teçhiz ederek, bu dokuz düşmana karşı zafer kazanacaktır.”
Bu, bir tahmin değil; ilâhî sünnetullahı okuyabilen bir basiret adamının kehanet değil, ferasetle yaptığı bir tesbittir. Bugün bu müjdeyi teyit eden yüzlerce işaret var. Gaflet devri kapanmakta, hakikat devri açılmaktadır.
İstikbalde Hükmedecek Olan Kur’ân’dır
Modern çağın “akıl ve ilim çağı” olduğu iddia edilir. O hâlde bizzat bu çağ, Kur’ân’ın hükümranlığını ilan etmelidir. Çünkü Kur’ân:
Delil ister, kör taklidi değil.
Akla hitap eder, sadece kalbe değil.
İnsanı küçültmez, yüceltir.
İmanla beraber insana şahsiyet kazandırır.
Bu nedenledir ki Bediüzzaman der:
> “Eğer nev-i beşer aklını kaybetmezse, Kur’ân’a sarılacaktır.”
Zira her kriz, Kur’ân’a dönüş için bir uyarı zilidir. Her çöküş, Kur’ân’a yönelişin başlangıcı olabilir. Bugün bilgiye ulaşmak kolay, fakat hikmete ulaşmak zor. Hikmet ise ancak Kur’ân’ın nuruyla elde edilir.
Özet:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursî’nin “bürhan ve akıl çağı”na dair müjdesi üzerinden, Kur’ân’ın gelecekteki hükümranlığını ele alır. Kur’ân; akıl, kalp ve vicdanı birlikte kullanan insana hitap eder. Fen, marifet ve medeniyetle donanmış bir insanlık, zamanla içindeki dokuz düşmana karşı galip gelecek ve Kur’ân’ın hakikatlerini taklit değil, tahkik ile anlayacaktır. Çünkü bu çağda hükmedecek olan, sadece ilim değil; ilimle barışık olan ilahî kelam, yani Kur’ân’dır.