Havanın Duası: Sessiz Zikir, Sonsuz Salavat
Havanın Duası: Sessiz Zikir, Sonsuz Salavat
“Herkesin hususi dünyasındaki hava unsuru dahi bir hüve kadar her bir avuç havadaki her bir zerre, mazhar oldukları santrallık, âhize ve nâkilelik vazifeleri içinde bütün duaları ve salavatları ve ricaları ve ibadetleri ifade eden اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ cümlesini lisan-ı halleriyle dedikleri için; hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlarını katrilyonlar belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sâni’lerine, Hâlık’larına takdim ettiklerinden onların namlarına o küllî mana ile Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm Cenab-ı Hakk’a اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ diye takdim etmiştir. Yani “Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çıkan şükürler ve ibadetler ve namazlar, Hâlık-ı külli şey’e mahsustur.”
Emirdağ Lâhikası 2
İnsan, çoğu zaman kendini merkezde zanneder. Oysa bu kâinat bir zikirdir, bir duadır, bir ibadettir. Her zerre, her unsur, hatta görünmez bir unsur olan hava dahi, kendine mahsus diliyle Rabbini zikretmekte; O’na yönelmekte ve kulluğunu sunmaktadır. İşte bu tefekkürle bakıldığında, “hava” artık sadece nefes alınan bir gaz değil, mahlukatın dualarını taşıyan, ibadetleri Allah’a takdim eden mübarek bir vasıtaya dönüşür.
Bediüzzaman Said Nursî, bu mana âlemini açarken; havadaki her zerreyi birer nâkile (nakledici), birer âhize (alıcı), birer santral olarak tasvir eder. Yani hava, yalnızca fizikî bir madde değil; aynı zamanda bütün mahlukatın seslerini, dualarını ve ibadetlerini Allah’a taşıyan bir büyük elçidir. Bu, hem fizikî hakikate, hem de imanî derinliğe dayanan hayret verici bir bakıştır.
Havanın Sessiz Zikri: Her Zerre Bir Tesbih
Havayı düşündüğümüzde genellikle sadece solunum, rüzgâr, basınç gibi fiziksel unsurlar akla gelir. Oysa her bir hava zerresi, ses dalgalarını taşıyan, duaları ulaştıran bir görevlidir. İnsan konuşur, dua eder, salavat getirir; hava ise bu sözleri taşıyarak onların ulaştırılmasına vesile olur.
Bu taşıma işlevi sadece fiziksel değil, manevî bir anlam da taşır. Çünkü her bir zerre, bu görevleriyle adeta “Bütün salavatlar Allah’a mahsustur” anlamındaki **”اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ”** cümlesini hal diliyle söylemiş olur. Bu muazzam tefekkür, kâinattaki her unsurun ibadetle yoğrulduğunu, hiçbir şeyin başıboş olmadığını gösterir. Zerrelerin zikri varsa, taşların tesbihi, yaprakların secdesi, dağların tahmidi de vardır.
Küllî Lisan: Havanın Evrensel Dili
Küllî bakış, parçaların ötesine geçip bütünü kavramayı sağlar. Hava da bu küllî bakışla değerlendirildiğinde, sadece insanlara değil, bütün canlılara hizmet eden bir varlık olarak görülür. Havadaki her zerre, aynı anda binlerce sesi taşıyabilir. Bu ise onun, görünüşte basit ama hakikatte muazzam bir vazifeyle görevlendirildiğini gösterir.
İşte bu nedenle Resûl-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, “Es-Salavatü Lillah” derken, sadece kendi ibadetini değil; mahlukatın, unsurların ve özellikle havanın taşıdığı tüm duaları, zikirleri, tesbihleri ve ibadetleri toplayarak Allah’a arz etmektedir. Çünkü o, yaratılmışların en şümullüsü ve temsilcisidir.
Maddeyi Mana ile Okumak: Havanın Hikmeti
Modern bilim havanın moleküler yapısını, yoğunluğunu ve hareketini anlatabilir. Ama onun Allah’a giden dua yollarını taşıması, zerrelerin zikirde ortaklığı gibi manevî yönleri sadece vahiy ve iman penceresinden görülebilir. Bediüzzaman’ın yaptığı da tam budur: Fizikî unsurları imanî hakikatlerle harmanlayarak, “maddenin manasını” ortaya koymak.
Bu bakış açısı, insana yeni bir göz, yeni bir kulak, yeni bir kalp kazandırır. Artık hiçbir şey basit değildir. Artık nefes bile ibadetle doludur. Çünkü hava, bizim her sözümüzde şahit, her duamızda aracıdır.
Kâinatın Müezzini: Her Şey Onu Anlatıyor
Kur’ân der ki:
“Ve in min şey’in illâ yüsebbihu bihamdihî.”
“Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” (İsrâ, 44)
İşte hava unsuru da bu tesbihin en yaygın ve en kapsamlı temsilcisidir. Hava; çocuğun ağlayışını, kuşun cıvıltısını, âlimin duasını, müezzinin ezanını taşır. Ve tüm bunlar, ortak bir mana içinde Allah’a yönelir: “Es-Salavatü Lillah.” Yani: “Tüm salavatlar, tüm dualar, tüm zikirler, tüm teşekkürler Allah’a aittir.”
Sonuç: Havanın Sessiz Şahitliği ve İnsanın Görevi
İnsanın en büyük vazifesi ibadettir. Fakat bu ibadet yalnız başına yapılmaz. Hava, su, toprak, ateş gibi unsurlar da bu ibadetin hizmetindedir. Özellikle hava, her an şahit, her an nakilci, her an duacı bir varlıktır.
O hâlde insana düşen vazife; bu sessiz şahitliğin farkında olarak yaşamak, her nefesi bir şükür, her sözü bir dua, her salavatı bir bağlanış olarak görmektir. Ve her “Es-Salavatü Lillah” dediğinde, kendini sadece bir fert değil; kâinatın büyük duasına iştirak eden bir varlık olarak hissetmektir.
Özet:
Bu makale, havanın fizikî yapısının ötesinde manevî bir görev taşıdığını; her zerresinin dua, salavat ve ibadet taşıyıcısı olarak çalıştığını anlatmaktadır. Havadaki her zerre, adeta lisan-ı halleriyle “Es-Salavatü Lillah” (Tüm salavatlar Allah’a aittir) demektedir. Bu bakış, kâinatın her unsurunu ibadet içinde değerlendiren Kur’anî bir tefekkürdür. İnsana düşen görev ise; bu manevî dili fark etmek, her nefesi şükürle, her sözü bilinçle sarf etmek ve kâinatın duasına bilinçli olarak katılmaktır.