Tekfirin ve Zemmin İnceliği: Hakkı Müdafaa Ederken Haddi Aşmamak

Tekfirin ve Zemmin İnceliği: Hakkı Müdafaa Ederken Haddi Aşmamak

“Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zem ve tekfir, eğer haksız olsa büyük zararı var; eğer haklı ise hiç hayır ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zemme müstahak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok. İşte bu hakikat içindir ki ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt’in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikate müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahis ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler; menfaatsiz, zararı var demişler.”
Emirdağ Lâhikası 1

Giriş: Hüküm Vermek Güçtür, Geri Alınmaz

Tarihte en büyük fitnelerin birçoğu, insanların birbirini tekfir etmesiyle, yani “sen dinden çıktın” gibi ağır hükümler vermesiyle başlamıştır. Oysa bu, sadece kişinin inancını değil, ahiretini de hedef alan bir ithamdır. Kur’an ve Sünnet ise insana, hakkaniyeti esas alma, hüküm verirken temkini ve takvayı gözetme gibi yüksek ölçüler öğretmiştir.

Said Nursî, bu konuda çok dikkatli bir çizgi çizer:

> “Zem ve tekfir, eğer haksız olsa büyük zararı var; eğer haklı ise hiç hayır ve sevap yok.”

Bu ifade, haksız yere tekfirin felakete; haklı olsa bile faydasızlığa götürdüğünü bildirir. Dolayısıyla mesele, hakikati savunmaktan öte, ne şekilde savunduğumuzla ilgilidir.

  1. Tekfirin Hükmü Varsa da, Terk Etmenin Zararı Yoktur

İslam’da bazı durumlar vardır ki, yapılmasında hüküm (şer‘î bir ölçü) vardır; fakat yapılmaması ise zararsızdır. İşte tekfir de böyledir.

Yaparsanız, büyük bir sorumluluk alırsınız.

Yapmazsanız, dinen bir eksiklik sayılmaz.

> “Tekfirde hükm-ü şer‘î var, fakat terkinde hiçbir zarar yok.”

Bu ölçü, günümüz tartışmalarında sıkça ihmal edilen bir hakikattir. Her fikir ayrılığında karşı tarafı dinden çıkmakla itham etmek, İslam ahlakının değil, siyasi taassubun ürünüdür.

  1. Haksız Tekfirin Vebali Ağırdır

> “Eğer haksızsa büyük zararı var.”

Bir mümini tekfir etmek, onun bütün ibadetlerini, amellerini ve müminlik hukukunu hiçe saymak demektir. Haksız yere tekfir edilen bir Müslümanın hakkı, mahşer günü elbet sorulur.

Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

> “Bir kimse, kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse, o sözden biri kâfir olur.”
(Buharî, Edeb 44)

Bu uyarı, bize şüphe varsa tekfirden sakın düsturunu öğretiyor.

  1. Hakkaniyetli Sessizlik, Zalimce Tekfirden Üstündür

> “Zemmetmemek ve tekfir etmemekte hiç hüküm yok, hiçbir zararı da yok.”

Bazen susmak, konuşmaktan daha faziletli olabilir. Hakkında yeterli bilgi olmayan, niyeti bilinmeyen ya da zahirde Müslüman olan bir kişiyi tekfir etmek yerine susmak ve işi Allah’a bırakmak, hem daha selametli hem de daha hikmetlidir.

Bu suskunluk, acizlikten değil, hikmet ve vakar sahibi olmanın alametidir.

  1. Ehl-i Sünnet’in Altın Duruşu: Fitneleri Kazımak, Canlandırmamak

> “Ehl-i Sünnet, o eski fitneleri medar-ı bahis ve münakaşa etmeyi caiz görmemiş, menfaatsiz ve zararlı demiştir.”

İslam tarihinde meydana gelen bazı fitneler (Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşlar gibi) üzerine konuşmak, asırlar sonra hâlâ ümmeti ikiye bölen tartışmalar doğurmuştur. Ehl-i Sünnet ise bu konuda hikmetli bir suskunluk ve objektiflik sergileyerek:

Ne sahabeyi itham etmiş,

Ne taraf tutmuş,

Ne de ümmeti birbirine düşürecek yorumlara girmiştir.

Bu tavır, Kur’an’daki şu prensiple örtüşür:

> “Onlar ki sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar.”
(Zümer, 18)

Yani herkes konuşabilir, ama hikmetle konuşmak, hakikatle susmak daha evladır.

  1. Bugüne Düşen Ders: İman Kurtarma Zamanında Tekfir Savurmak Zûldür

Said Nursî, asrımızı iman kurtarma zamanı olarak tarif eder. Böyle bir zamanda yapılacak en büyük hizmet, insanları dinden uzaklaştırmak değil, imanî bağları kuvvetlendirmektir.

Tekfir ve zemm gibi ifadeler, kişileri dinden daha da uzaklaştırabilir. Bu da şeytanın tam aradığı fırsattır. Oysa asıl mücadele, insanları cehenneme atmaktan değil, kurtarmaktan yana olmalıdır.

Sonuç: Hüküm Vermek İlmi Aşarsa, Zulüm Doğar

Tekfir ve zemm gibi meselelerde ölçüsüzlük, İslam’ın merhamet ve hikmet yörüngesinden sapmadır. Bediüzzaman’ın bu meseledeki yaklaşımı, bize şu hakikati öğretir:

> “Her hakikat her yerde söylenmez. Her doğruyu herkes kaldıramaz. Hakkı haykırmak da, susmak da hikmetle olmalı.”

ÖZET:

Tekfir ve zemm, şer‘î ölçü isteyen hassas konulardır; haksız yapıldığında vebali büyüktür.

Hakkında şüphe olan kimseleri tekfir etmemek, zararsızdır; aksine selametlidir.

Ehl-i Sünnet, fitneli konuları tartışmak yerine sükût ve vakar çizgisini tercih etmiştir.

Susmak her zaman acizlik değil; çoğu zaman hikmettir.

Asrımızda yapılması gereken, ayrıştırmak değil; insanları imanla buluşturmaktır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 6th, 2025