Şefkatin İmtihanı: Annelik, Dünya Sevgisi ve Kaderin Hikmeti
Şefkatin İmtihanı: Annelik, Dünya Sevgisi ve Kaderin Hikmeti
“Birinci Sual: Neden fedakâr, yüksek bir şefkati taşıyan valide; bu zamanda veledinin malından irsiyet almasından mahrum edildi, kader müsaade eyledi?
Gelen cevap şu: Valideler bu asırda, bir aşılama suretinde şefkatlerini yanlış bir tarzda sarf etmeleridir ki evladım şan, şeref, rütbe, memuriyet kazansın diye bütün kuvvetleriyle evlatlarını dünyaya, mekteplere sevk ediyorlar. Hattâ mütedeyyin de olsa Kur’anî ilimlerin okumasından çekip dünya ile bağlarlar. İşte bu şefkatin bu yanlışından, kader bu mahrumiyete mahkûm etti. ”
Kastamonu Lâhikası
Annelik, insani duygular içinde en yüce olanıdır. İlâhî şefkatin yeryüzündeki bir cilvesi, Rahmân ve Rahîm isimlerinin bir numunesi gibidir. Ne var ki her yüce duygu gibi, şefkat de doğru mecraya yönelmediğinde bir imtihana dönüşebilir. Hele de bu şefkat, ahiret yerine yalnızca dünya hedeflerine sarf edilirse, kaderin terbiye edici tokadı kaçınılmaz olur.
Kastamonu Lâhikası’nda Bediüzzaman Said Nursî, zamanımızın anneleri hakkında derin bir tespit yapar. Der ki:
> “Valideler bu asırda… şefkatlerini yanlış bir tarzda sarf ediyorlar.”
Bu yanlış nedir?
Evladın şan, şeref, rütbe ve makam sahibi olması için gösterilen çabaların, manevî terbiyeyi ikinci plana itmesidir. Evladını dünya için büyütmek, mekteplere sadece dünyevî başarı için yönlendirmek, dinî ilimlerden uzak tutmak, onun kalbine sonsuzluk tohumları değil geçici hayaller yerleştirmektir.
İşte bu büyük şefkatin küçük bir yön sapması, kader nazarında büyük bir adaletle karşılık bulur:
Anne, evladının malından mahrum edilir.
Yani bu çağda annenin maddî anlamda evladından irs alma hakkı, hikmetli bir mahrumiyetle sınırlandırılmıştır. Zira şefkat, asıl gayesi olan ahireti kaybettiğinde; rahmetten adalete, adaletten cezaya inkılap eder. Kader, bu şekilde şefkatin mukaddes yüzünü korumak, insanı kendine getirmek ister.
Zira şefkat, sadece çocuğu büyütmek değil; onu ebedî kurtuluşa yönlendirme görevini de taşır. Sadece bedenine değil, ruhuna da gıda verme mesuliyetidir. Ne yazık ki birçok anne, evladının dünya başarısıyla övünürken; onun namazsızlığı, Kur’an’sızlığı, ahiret boşluğu karşısında suskun kalmakta veya gaflete düşmektedir. Bu sessizlik, zamanla şefkati sorumsuzluğa dönüştürür.
Oysa şefkatin aslı ve meşru mecrası, evladın Allah’ı tanıyan, hakikati arayan, ebedi hayatı kazanmaya çalışan bir kul olmasını istemektir. Böyle bir niyet ve yöneliş, annenin duasını kabul ettirir, kaderin de merhametini celbeder.
Bu yönüyle bakıldığında, çağımızdaki pek çok musibet gibi bu “mahrumiyet” de aslında bir ikazdır, bir uyanma çağrısıdır. Anneye denilmek istenir ki:
“Evladını yalnız dünyaya değil, ebediyete hazırlamalısın. Yoksa hem sen hem o dünyada da ahirette de kaybedersiniz.”
Sonuç:
Annelik şefkati, İlâhî bir emanettir. Bu şefkat, evladı sadece dünyaya değil, ebediyete hazırlamakla mükelleftir. Şefkatin bu mukaddes yönü unutulup sadece dünyevî başarıya yönelirse, kader bu yanlışı terbiye etmek için annenin evladından miras almasını bile engellemiştir. Bu durum, sadece bir sosyal sonuç değil, derin bir kaderî ikazdır. Her anne, evladına vereceği en büyük mirasın iman, ahlâk ve ebediyet şuuru olduğunu unutmamalıdır.
Özet:
Zamanımızda anneler, şefkatlerini sadece evlatlarının dünya başarısına yönlendirdikleri için, kader de onları evlatlarının malından irs almayı mahrumiyetle cezalandırmıştır. Bu, kaderin bir ikazıdır: Gerçek şefkat, evladı ahiret için yetiştirmekle olur. Aksi hâlde şefkat, hem dünyada hem de ahirette bir pişmanlık sebebine dönüşebilir.