Risale-i Nur’un Yoluyla Hakikate Yolculuk: Velayet-i Kübra ve Asrın İlmî Cihadı
Risale-i Nur’un Yoluyla Hakikate Yolculuk: Velayet-i Kübra ve Asrın İlmî Cihadı
“Ehl-i velayetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikate bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikatü’l-hakaike yol açmış ve ilm-i tasavvuf ve tarîkat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akide ve usûlü’d-din içinde bir velayet-i kübra yolunu açmış ki bu asrın hakikat ve tarîkat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalaletlere galebe ediyor, meydandadır. ”
Emirdağ Lâhikası 1
Giriş
Tasavvufun bin yıllık mirası içinde velayet, yani Allah’a yakınlık yolu, ekseriyetle amel, riyazet, sülûk ve evrad gibi manevî disiplinlerle inşa edilmiştir. Ehl-i hakikat, bu yollarla perde arkasındaki hakikat-i imaniyeyi şuhudla, yani manevî müşahede ile görmeye çalışmıştır. Ancak Bediüzzaman Said Nursî, asrımızın şartlarında farklı bir yol izleyerek; ilim, mantık ve kelam metodu ile doğrudan doğruya velayet-i kübra yolunu açtığını ilan eder.
Bu yaklaşım, hem asrın ilhadına hem de maneviyattan uzak aklî ve felsefî sapmalara karşı Kur’anî bir mukabele ve yeni bir manevî cihad metodudur.
- Eski Yol: Sülûk ve Riyazetle Müşahede
Evliyaullah, asırlardır nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesiyle Allah’a vasıl olmayı hedeflemişlerdir. Uzun riyazetler, zikirler ve nefisle mücahede neticesinde, kalbî keşiflerle iman hakikatlerine şuhudî bir şekilde ulaşmışlardır. Bu yol, aziz ve kıymetli olmakla beraber; her zaman, herkes için açık ve kolay bir yol değildir. Özellikle zamanın fitnesi arttıkça, bu yolun süre ve sabır gerektiren karakteri çoğu insanın ulaşmasını zorlaştırmaktadır.
- Yeni Yol: İlim İçinde Keşif ve Müşahede
Risale-i Nur, bu manevî terakki yolunun mahiyetini değiştirmeden, usulünü değiştirmiştir. Artık sülûk ve evrad yerine, mantıkî bürhanlar, ilmî deliller ve Kur’anî hüccetler ile hakikatler gösterilmektedir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, Risale-i Nur “ibadet yerinde, ilim içinde” hakikate yol açmıştır. Bu, akıl, kalp ve vicdanın birlikte aydınlandığı bir keşif yoludur. Gözle görülmeyen âlemlerin sırlarını aklın dürbünü, imanın nuruyla göstermeyi hedefler.
Bu yöntemle kişi, kalp gözüyle değilse bile aklî yakin ile, hatta bazen şuhud derecesinde bir iz’an ile iman hakikatlerini idrak eder. İşte bu sebeple Bediüzzaman, bu yolu “velayet-i kübra” olarak adlandırır. Çünkü bu yolda keşiften önce iman, ilhamdan önce hüccet, seyirden önce tefekkür vardır.
- Bu Asrın Hastalığı: Felsefî Dalalet
Risale-i Nur’un bu farklı metodu, asrın hastalığına en uygun reçetedir. Çünkü bu zamanın insanı, evvelki asırlara kıyasla daha çok aklıyla konuşur, sorgular, delil ister. Tasavvufun önceki şekli bu tarz zihinlere hemen tesir etmeyebilir. Fakat Risale-i Nur, Kur’an’dan aldığı dersle, hem kalbi doyurur hem aklı ikna eder. Felsefî şüphelerle gelen küfrî itirazlara karşı, yalnızca sevgi ve zikirle değil; aklî hüccetlerle, mantıkî isbatlarla mücadele eder.
Dolayısıyla bu hizmet, yalnızca bir ilim hareketi değil; imanı kurtaran bir manevî cihad hareketidir. Bu yönüyle sahih tasavvufun maneviyatını, kelamın ilmî metotlarıyla birleştirir. Böylece tarikat ve hakikat cereyanlarının yıprandığı bir çağda, imanî hizmetin bayraktarı olur.
- Risale-i Nur: Bir Asrî Tarikat mı?
Bu soru sıklıkla sorulmuştur. Bediüzzaman buna cevaben, “Tarikat zamanında değiliz, iman kurtarmak zamanıdır.” der. Risale-i Nur, bir tarikat değil; bir iman tecdit hareketidir. Fakat bu hareketin içinde velayet, marifet ve aşk vardır. Sadece zahirî şekilleri ve merasimleri değil, öz ve derinliği esas alır. Üstelik bu yolu herkes okuyarak, anlayarak, tefekkür ederek takip edebilir. Yani asrın anlayışına uygun, umumî bir marifet ve velayet yoludur.
Sonuç: Akılla, Kalple, Vicdanla Velayet
Bu zamanın insanı için en büyük keramet, imanla ölmek ve şüphelerden selamet bulmaktır. Risale-i Nur, bu gayeye ulaşmak için nefsin riyazetine değil, kalbin tahkikine, aklın teslimiyetine, vicdanın iz’anına yönelmiştir. Böylece herkes için açık ve selametli bir velayet-i kübra yolu açılmıştır. Bu yol, ne yalnız akıl, ne yalnız kalp; akıl, kalp ve vicdanın birlikte yürüdüğü bir yoldur.
Özet
Bu makalede, Emirdağ Lâhikası’ndaki bir pasaj üzerinden Risale-i Nur’un “velayet-i kübra” anlayışı açıklanmıştır. Geleneksel tasavvuf sülûk ve riyazetle hakikate ulaşmayı hedeflerken, Risale-i Nur ilim ve mantık yoluyla aynı hakikatlere ulaşmayı sağlar. Bu yol, aklî delillerle, kelâmî yöntemlerle ve Kur’anî burhanlarla iman-ı tahkikîye ulaştırır. Böylece felsefî sapmalara karşı güçlü bir iman kalkanı olur ve bu asrın insanına en uygun manevî yolu açar.