Mühim ve mahrem bir mesele ve bir sırr-ı velâyet

Mühim ve mahrem bir mesele ve bir sırr-ı velâyet
Âlem-i İslâmda Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen ehl-i hak ve istikamet fırka-i azîmesi, hakaik-i Kur’âniyeyi ve imaniyeyi, istikamet dairesinde, hüve hüvesine Sünnet-i Seniyyeye ittibâ ederek muhafaza etmişler. Ehl-i velâyetin ekseriyet-i mutlakası o daireden neş’et etmişler. Diğer bir kısım ehl-i velâyet, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin bazı desâtirleri haricinde ve usullerine muhalif bir caddede görünmüş. İşte şu kısım ehl-i velâyete bakanlar iki şıkka ayrıldılar:
Bir kısmı ise, Ehl-i Sünnetin usulüne muhalif oldukları için, velâyetlerini inkâr ettiler. Hattâ onlardan bir kısmının tekfirine kadar gittiler.
Diğer kısım ki, onlara ittibâ edenlerdir. Onların velâyetlerini kabul ettikleri için derler ki, “Hak yalnız Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mesleğine münhasır değil”; ehl-i bid’adan bir fırka teşkil ettiler, hattâ dalâlete kadar gittiler. Bilmediler ki, her hâdi zat mühdî olamaz. Şeyhleri hatasından mazurdur, çünkü meczuptur. Kendileri ise mazur olamaz.
Mutavassıt bir kısım ise, o velîlerin velâyetlerini inkâr etmediler, fakat yollarını ve mesleklerini kabul etmediler. Diyorlar ki: “Hilâf-ı usul olan sözleri, ya hale mağlûp olup hata ettiler; veyahut mânâsı bilinmez müteşabihat misilli şatahattır.”
Maatteessüf, birinci kısım, hususan ulema-i ehl-i zâhir, meslek-i Ehl-i Sünneti muhafaza niyetiyle, çok mühim evliyayı inkâr, hattâ tadlîl etmeye mecbur olmuşlar. İkinci kısım olan taraftarları ise, o çeşit şeyhlere ziyade hüsn-ü zan ettikleri için, hak mesleğini bırakıp bid’ata, hattâ dalâlete girdikleri olmuş.
İşte, şu sırra dair, pek çok zaman zihnimi işgal eden bir hâlet vardı:
Bir zaman, ben bir kısım ehl-i dalâlete mühim bir vakitte kahr ile dua ettim. Bedduama karşı, müthiş bir kuvvet-i mâneviye çıktı. Hem duamı geri çeviriyordu, hem beni men etti.
Sonra gördüm ki, o kısım ehl-i dalâlet, hilâf-ı hak icraatında bir kuvve-i mâneviyenin teshilâtıyla arkasına aldığı halkı sürükleyip gidiyor, muvaffak oluyor. Yalnız cebirle değil, belki velâyet kuvvetinden gelen bir arzuyla imtizaç ettiği için, ehl-i imanın bir kısmı o arzuya kapılıp hoş görüyorlar, çok fena telâkki etmiyorlar.
İşte bu iki sırrı hissettiğim vakit dehşet aldım. “Fesübhânallah,” dedim. “Tarik-i haktan başka velâyet bulunabilir mi? Hususan müthiş bir cereyan-ı dalâlete ehl-i hakikat taraftar çıkar mı?” dedim. Sonra, bir mübarek Arefe gününde, müstahsen bir âdet-i İslâmiyeye binaen Sûre-i İhlâsı yüzer defa tekrar ederek okuyup, onun bereketiyle, “Mühim bir suale cevap” namında yazılan mesele ile beraber şöyle bir hakikat dahi rahmet-i İlâhiye ile kalb-i âcizâneme gelmiş. Hakikat şudur ki:
Sultan Mehmed Fatih’in zamanında hikâye edilen meşhur ve mânidar Cibali Baba kıssası nevinden olarak, bir kısım ehl-i velâyet, zâhiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczupturlar. Ve bir kısmı dahi, Bazen sahvede ve daire-i akılda görünür, Bazen aklın ve muhakemenin haricinde bir hale girer. Şu kısımdan bir sınıfı, ehl-i iltibastır, tefrik etmiyor. Sekir halinde gördüğü bir meseleyi hâlet-i sahvede tatbik eder, hata eder ve hata ettiğini bilmez. Meczupların bir kısmı ise, indallah mahfuzdur, dalâlete sülûk etmez. Diğer bir kısmı ise mahfuz değiller; bid’at ve dalâlet fırkalarında bulunabilirler. Hattâ kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş.
İşte, muvakkat veya daimî meczup olduklarından, mânen “mübarek mecnun” hükmünde oluyorlar. Ve mübarek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller. Ve mükellef olmadıkları için muahaze olunmuyorlar. Kendi velâyet-i meczubâneleri bâki kalmakla beraber, ehl-i dalâlete ve ehl-i bid’aya taraftar çıkarlar, mesleklerine bir derece revaç verip, bir kısım ehl-i imanı ve ehl-i hakkı, o mesleğe girmeye meş’ûmâne bir sebebiyet verirler.”
Bediüzzaman. Mektubat. 327.

******

Velâyet, Meczuplar ve Tarihî Yanılma: Cibali Baba’dan Günümüze Bir İmtihan Haritası

Giriş

Tarih boyunca İslâm toplumlarında halkın teveccühünü kazanan bazı şahsiyetlerin, zâhirde tasavvufî bir hâl üzere görünmelerine rağmen, çizdikleri yolun Ehl-i Sünnet ana caddeyle ne kadar mutabık olduğu daima sorgulanmıştır. Bu sorgulama sadece bir “itikadî” ölçü değil; zamanla siyasî ve sosyal sonuçlara da gebe olmuştur.

Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur’da “ehl-i velâyetin iki kısmı” ve “meczub evliyalar” üzerine yaptığı tahliller, sadece geçmişe dair tarihî bir değerlendirme değil; aynı zamanda günümüze dair uyarı ve hikmetler taşıyan ölçüler manzumesidir. Özellikle Cibali Baba kıssası, bu noktada hem temsilî hem ibretlik bir vaka olarak karşımıza çıkar.

  1. Ehl-i Velâyetin İki Yolu: Sünnet Üzere Velâyet ve Şatahâtla Karışan Hal Velâyeti

İslâm ümmeti içinde Ehl-i Sünnet ve Cemaat çizgisi, velâyetin sahih ve istikametli zeminini temsil eder.

Bu çizgideki velîler; Kur’an ve Sünnet dairesinde, akıl ve şeriat zemininde yürürler.

Buna mukabil bir kısım “ehl-i hal” veya “meczup” zatlar ise, zaman zaman Ehl-i Sünnet usulünden uzak düşerler; sekir ve vecd halleriyle sınırları zorlarlar.

Bu halleri bazen bid’at ehline, bazen de siyasî istismara açık yapılar tarafından kullanılabilir hale gelir.

  1. Cibali Baba Kıssası: Meczubiyetin Tehlikeli Algısı

Rivayete göre, Fatih Sultan Mehmed döneminde yaşayan Cibali Baba isimli bir zat, keramet sahibi olarak tanınır.

Ancak bir gün, surlara saldıran düşmana karşı dua etmesi istenince, “Onlar da Allah’ın kulu” diyerek dua etmez. Bu tavır, zâhiren hüsn-ü niyet gibi görülse de siyasî ve dinî anlamda ciddi bir zaafa işaret eder.

Bediüzzaman, bu tür meczupların “mahfuz” (korunan) olanları bulunduğu gibi, bazıları da “mahfuz olmayıp” ehl-i bid’at ve ehl-i dalâletin zeminine kayabileceklerini söyler.

Günümüzde bazı toplum önderlerinin ya da dinî karizması olan figürlerin, benzer şekilde açık hakikatlere karşı “tarafsızlık” veya “sükût” sergilemeleri, geçmişteki Cibali Baba tavrının güncel izdüşümüdür.

  1. Velâyet ve Meczubiyetin Siyasi İstismarı

Her hâdi (doğru yolu bulan) mühdî (doğru yolu gösteren) olamaz.

Bazı meczuplar halk nezdinde “evliya” zannedilerek hatasız addedilir. Ancak bu, onların takipçileri için bir sapma vesilesi olabilir.

Günümüzde bazı kişi veya cemaatlerin, halkta karşılığı olan meczupları veya bâtınî yapıdaki şahsiyetleri, kendi ideolojilerine zemin yapmakta kullanmaları bu meselenin çağdaş tezahürüdür.

Bu şahısların “sözde velâyet” kisvesiyle halkı ehl-i bid’aya veya siyasî dalâlete çekmeleri, geçmişteki hataların tekrarından başka bir şey değildir.

  1. Mutevassıt Duruşun Hikmeti: Ne Tekfir, Ne Teslimiyet

Risale-i Nur, iki aşırılığa da karşıdır:

Birincisi: Ehl-i Sünnet dışındaki yollarla yürüyenleri tamamen reddedip tekfir eden, her farklı sesi “sapma” sayan zâhir ulema tavrı.

İkincisi: Her meczupta velâyet görüp onun yoluna uymayı vacip sayan, şeriat ölçüsünü bırakıp hâl makamına teslim olan anlayış.

Bu iki yanlışın ortasında, Bediüzzaman’ın çizdiği mutevassıt yol, hem o kişilerin velâyetini inkâr etmeyip hem de yollarını taklit etmemekle hikmetli bir denge kurar.

  1. Bugüne Yansıyan Hatalar: Velâyet Anlayışı ile Menfaat Dini İnşası

Günümüzde de “keramet”, “rüya”, “hal”, “manevî işaret” gibi mefhumlar üzerinden dinî ölçülerin dışına çıkma eğilimi artmaktadır.

Bazı yapılar bu meczubiyet hâlini bir tür “masumiyet zırhı” gibi kullanarak her türlü itikadî, siyasî veya ahlakî yanlışlarını perdelemeye çalışmaktadır.

Cibali Baba örneğinde olduğu gibi, “halkın teveccühü” üzerinden yanlış meşruiyet inşası, ümmetin ruhunu zehirleyebilir.

Sonuç ve Netice

Velâyet, sadece bir “keramet” ya da “vecd hali” değil, aynı zamanda şeriat dairesinde yürüyen bir irade terbiyesi ve nefs mücadelesidir. Meczup evliyalar, Allah katında makbul olabilirler ama onların her hali örnek alınamaz. Hele ki bu hâllerle ümmetin istikameti bozuluyorsa, orada hikmet değil hezimet vardır.

Cibali Baba kıssası, geçmişin sıradan bir menkıbesi değil; bugüne düşen bir ilahî ihtardır. Şahsiyetler büyüyebilir; ama yolları yanlışsa, o büyüklük bir tuzağa dönüşebilir. Bugün de halkın duygularını istismar eden, aklî ve şer’î dengeyi bozan her bâtınî akım, bu ikazdan nasibini almalıdır.

ÖZET:

Ehl-i velâyetin bir kısmı Ehl-i Sünnet çizgisinde iken, diğer kısmı meczupluk ve sekir hâliyle zaman zaman sapmaya düşebilir.

Cibali Baba kıssası, meczupluğun yanlış anlaşılmasından kaynaklanan tarihî bir ibret vesilesidir.

Risale-i Nur, bu konuda iki uç yaklaşımı reddedip mutedil bir çizgi çizer: Ne tekfir, ne de körü körüne teslimiyet.

Günümüzde halkı yönlendiren bazı meczup görünümlü şahıslar, yanlış istikametlere sebebiyet verebilmektedir.

Gerçek velâyet; Kur’an ve Sünnet çizgisinde, akıl, şeriat ve istikametle yürütülen bir marifet yoludur.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 6th, 2025