Kabirde Unutulan Kavgalar: Vaktin Değeri ve Vazifenin Azameti
Kabirde Unutulan Kavgalar: Vaktin Değeri ve Vazifenin Azameti
“Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü Risale-i Nur ve hakiki şakirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar. Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da kabirde toprak olmaya yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir.”
Emirdağ Lâhikası 1
İnsanlık tarihine baktığımızda, zamanın ruhunu okuyamayan nice cemiyetlerin, şahısların ve hatta fikirlerin gelip geçici heveslere kapılıp büyük hakikatleri ıskaladığını görürüz. Bu gafletin temelinde çoğu zaman şahsî menfaat, ideolojik körlük veya nefsanî mücadeleler yatar. Halbuki hakikate hizmet edenler, kendilerini günübirlik çatışmalardan azade kılarak, tarihin ve geleceğin derin ufkuna yönelirler. İşte Risale-i Nur’un çizdiği bu yüksek ufuk, Bediüzzaman Said Nursî’nin şu ifadelerinde net bir şekilde kendini gösterir:
> “Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir…”
Bu sözler, büyük bir fikrî olgunluğun, ferasetin ve zaman şuurunun tezahürüdür. Zira mübareze, yani mücadele, ancak eşit seviyedeki taraflar arasında olur. Halbuki birisi Allah’ın rızasını kazanmak için ahiret merkezli, ebedî neticeli bir hizmetle meşgulken; diğeri dünyevî ve geçici hesapların peşindeyse, bu iki kulvar arasında bir müsabaka olması mümkün değildir. Bu sebeple Risale-i Nur’un hakiki şakirdleri, muarızlarını muhatap almaktan dahi imtina eder. Zira onlar, “nesl-i âtiye” yani gelecek nesillere hizmetle meşguldürler.
Bu noktada vakit idraki ve vazife bilinci kilit birer kavram olarak karşımıza çıkar. Zaman; gürültüye, çekişmeye ve lüzumsuz savunmalara harcanacak kadar ucuz değildir. Hele ki Kur’ân hakikatlerinin tebliği gibi bir vazife söz konusuysa, her saniye bir cevher, her dakika bir sermaye hükmündedir.
İbret alınacak diğer bir nokta da fani ile bâkî olanın ayrımıdır. Mücadele eden taraflardan biri hakikate hizmet ederken ebedî bir iz bırakma çabasındadır; diğeri ise, kendi ömrü kadar kısa süren bir etkiyle sınırlı kalır. Nitekim, Bediüzzaman’ın da dediği gibi:
> “Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar.”
Bu ifade, insanı derin bir ölüm ve ahiret muhasebesine davet eder. Bugün hakka ve hakikat hizmetine saldıran, onu küçümseyen veya engellemeye çalışanlar, yarın toprağın altında bir avuç toz olup gidecekler. O hâlde bu fâni kavgaların ne anlamı var? Ve daha önemlisi, biz kimin tarafında, hangi hizmetin içinde yer alıyoruz?
Risale-i Nur’un ortaya koyduğu bu duruş, bize bir ilke öğretir:
Vazifene bak, neticeyi Allah’a bırak.
Zira neticeyi tayin eden sen değil, Cenâb-ı Hak’tır. Senin görevin, hak bildiğin yolda, kavgasız ama kararlı bir şekilde yürümektir. Kimi zaman sesin duyulmaz, kimi zaman sözün küçümsenir. Ama unutma:
Sesin değil, izindir esas olan.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman’ın Emirdağ Lâhikası’ndaki bir pasajı temel alınarak, hakikat hizmetiyle uğraşanların gündelik çatışmalardan nasıl uzak durmaları gerektiği, zamanın kıymeti ve vazifenin azameti gibi kavramlar etrafında bir değerlendirme yapılmıştır. Mücadele değil hizmet odaklı bir bakışın önemi vurgulanmış, kabirde unutulacak kavgalarla değil ebedî faydalarla meşgul olmanın gerekliliği anlatılmıştır. Ana mesaj: Hak hizmetine adanmış bir ömür, geçici düşmanlıklarla ziyan edilmemelidir.