Hüsn-ü Zan ve Âdem-i İtimad Arasında: Şahsî Ahlâk ile Sosyal Tedbirin Dengesi
Hüsn-ü Zan ve Âdem-i İtimad Arasında: Şahsî Ahlâk ile Sosyal Tedbirin Dengesi
Giriş
Mü’minin şiarı, kardeşi hakkında hüsn-ü zan etmektir. Ancak, hüsn-ü zanla safdillik, ihtiyatla suizan arasında çok hassas bir denge vardır. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle bu denge: “Hüsn-ü zan, fakat adem-i itimad” şeklinde formüle edilmiştir. Yani; Müslüman, muhatabı hakkında iyi niyetli düşünür ama tedbiri elden bırakmaz.
Bu denge, özellikle din düşmanlığıyla temayüz etmiş veya bozgunculuğu meslek edinmiş kişiler karşısında daha da hayati bir hâl alır. Zira İslam, bir taraftan kalplerdeki niyete göre hüküm verirken; diğer taraftan zahirî davranışa göre hukuk ve tedbir getirir.
- Hüsn-ü Zan: Kalbî Ahlâkın Şartı
Kur’an’da buyrulur:
> “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır.”
(Hucurât, 12)
Bu ayet, mü’minin iç dünyasını terbiye etmeyi hedefler. İnsanlar hakkında kötü düşünmek, kalbi karartan ve sosyal yapıyı bozan bir afettir. Özellikle dindar kardeşler hakkında yapılan suizan, kardeşliğin ruhunu yaralar.
Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: Kur’an’daki bu uyarı, zahirî ahlâkı düzgün, Müslüman şahıslar içindir. Dini, milleti, toplumu bozanlara karşı ise ayrı bir ihtiyat ölçüsü geçerlidir.
- Âdem-i İtimad: Tedbirli Olmanın Gereği
Bediüzzaman’ın verdiği ölçü çok hikmetlidir:
> “Biz hüsn-ü zan ederiz, fakat sû-i zan etmemek adem-i itimadı netice vermez. Yani, hüsn-ü zan etmek ayrıdır; itimat etmek ayrıdır.”
Bir kişi hakkında kalben kötü düşünmekten kaçınabiliriz ama bu, ona güvenmek mecburiyetini doğurmaz. Özellikle geçmişi veya mevcut hâliyle İslam düşmanlarına destek verdiği açık olan biri, “ben değiştim” dese bile, hayatıyla bu değişimi isbat edene kadar tedbirli yaklaşmak dinin gereğidir.
- Düşman Zihniyetle Beraber Olanlara Karşı Tavır
Kur’an, nifak ve bozgunculuğu sistematik hâle getiren kişilere karşı ihtiyatı emreder:
> “Sana ne zaman selâm verirlerse, Allah kalplerinde olanı bilir. Sen de onlardan uzak dur…”
(Nisâ, 63)
Bir başka ayette ise şöyle buyrulur:
> “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah’a, aleyhinizde açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?”
(Nisâ, 144)
Bu ayetlerde dikkat çeken husus şudur: Bir kişi Müslüman görünse bile, kâfirlerle dostluk kurmuş, onlarla saf tutmuşsa, onun hakkında zahirine göre tedbir alınır. Yani Allah kalbini biliyor olsa da, biz zâhire göre hükmederiz.
Bu da demektir ki, geçmişi menfi yapılarla içli dışlı olan birine karşı;
Kalbî hüküm vermemek (hüsn-ü zan),
Ama fiilî güven ilişkisi kurmamak (âdem-i itimad),
en doğru tutumdur.
- Günümüz Uygulamaları: Saflık mı, Firâset mi?
Günümüzde bazı kimseler geçmişte İslam’a, dine, Kur’an’a, hatta millete karşı açık cephe almış; sonra bir anda “değiştiklerini” iddia ederek toplumsal mevki edinmişlerdir.
Burada şu soruyu sormak gerekir:
> “Hüsn-ü zan etmek demek, onların her dediğini tasdik etmek midir? Yoksa İslâmî ölçüler içinde dikkatli olmak mı gerekir?”
Eğer bir kimse:
Hayatının büyük kısmını inkâr, ifsat, tahrif ve bozgunculukla geçirmişse;
Din düşmanlarıyla aynı cephede yer almışsa;
Sonradan söylediği sözlerle değil, fiilleriyle o düşünceden uzaklaştığını isbatlamamışsa;
ona karşı yapılacak en doğru davranış: Hüsn-ü zanlı ama ihtiyatlı bir mesafedir.
- Ashab’tan ve Tarihten Misaller
Hz. Ömer (ra), hicretten sonra Müslüman olduğunu iddia eden bazı şahısların casus olma ihtimaline karşı, tedbirli davranmıştır.
Hz. Peygamber (sav), münafıkların kalbini yalnız Allah’ın bileceğini söylemiş, ama onların meşru dairedeki sözlerine itibar etmemiştir.
İmam Şafii, “Her söze inanmak akılsızlıktır, her kişiyi yalanlamak da budalalıktır” diyerek bu dengeyi tarif eder.
Sonuç: Kalpte Temizlik, Aklın Tedbiriyle Buluşmalı
İslâmî hayat, sadece iyi niyetle değil; basîret ve firâsetle yürütülür. Kalp hüsn-ü zan eder, akıl âdem-i itimadla tedbir alır. Bu ikisini ayırmak; ya ahmaklığa ya da suizana yol açar. Bu sebeple, ne safiyane bir saflık, ne de paranoyak bir korku… En doğru yol: “Hüsn-ü zan, fakat âdem-i itimad.”
Bu ölçü, hem ferdî ilişkilerde, hem cemaat içinde, hem de toplumun önderlerini seçerken rehber olmalıdır.
ÖZET:
Hüsn-ü zan, kalbî bir erdemdir; fakat herkese güvenmek zorunluluğu doğurmaz.
Geçmişi İslam düşmanlığıyla geçmiş kişilere karşı ihtiyatlı olmak dinin emridir.
Kur’an ve Sünnet, zâhirî fiillere göre hüküm vermeyi esas alır.
Tedbirli olmak, suizan değil; aklın ve şeriatın gereğidir.
Müslüman hem affedici olur, hem de basiretli. Hem temiz niyetlidir, hem de tedbirli.
Net ölçü: “Kalben hüsn-ü zan, fiilen âdem-i itimad.”