Tahribat Zamanında En Büyük İbadet: Takva ile Kurtuluşun Yolu
Tahribat Zamanında En Büyük İbadet: Takva ile Kurtuluşun Yolu
Kastamonu Lâhikası’ndan İman, Takva ve Amel-i Salih Üzerine Derin Bir Muhasebe
“Bugünlerde Kur’an-ı Hakîm’in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek ve amel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a râcih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def’-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş.
Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için takva, bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i salihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır. Hem az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
Hem takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü bir haramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva, böyle zamanlarda binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva namıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a’mal-i salihadır.”
Kastamonu Lâhikası
Giriş:
İnsanlık tarihi boyunca iyilikle kötülük, imanla küfür, salahla fesat hep mücadele hâlinde olmuştur. Ancak öyle devirler gelir ki, tahribat (yıkıcılık) ve sefahet (ahlakî yozlaşma) o derece yaygınlaşır ki, sıradan bir mü’min için doğruyu korumak ve günahlardan kaçmak dahi büyük bir kahramanlık olur.
İşte bu tahripkâr zamanda, Bediüzzaman Said Nursî’nin Kastamonu Lâhikası’ndaki şu tesbiti bir zaman reçetesi olarak karşımıza çıkar:
> “Takva olan def’-i mefasid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş.”
Bu söz, bugünün müslümanına “Neyi önceliklendirmeliyim? Ne yaparsam kurtulurum?” sorusunun da net cevabını verir:
Takva.
- Takvanın Manası: Günahı Terk Etmekle Başlayan Kurtuluş
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette takva, imandan hemen sonra zikredilir. Zira takva, sadece günahı terk etmek değil; Allah’a karşı duyulan saygı, korku ve teslimiyetin bir tezahürüdür.
Bediüzzaman’a göre takva, menhiyattan (yasaklardan) kaçınmak, yani günahları terk etmektir. Bu terk, bazen bir farzı yerine getirmek kadar sevaplıdır. Özellikle haramların alenileştiği, günahların cazibedar hale geldiği bu zamanda, bir günaha karşı direnmek; binler sevap işlemek gibidir.
Örneğin: Gözü haramdan çevirmek, kulakları gıybetten uzak tutmak, dili yalandan sakındırmak… Bunların her biri bir vâcibi yerine getirmekle eşdeğer sayılabilir.
- Amel-i Salihin Kıymeti ve Şartları: İhlasta ve Azlıkta Gizli Fazilet
Amel-i salih, Allah’ın emrettiği güzel işlerdir: Namaz, oruç, zekât, iyilik, infak, sadaka gibi… Ancak bu zamanda ihlasla amel-i salih yapmak zorlaşmıştır. Çünkü her tarafta nefsin hoşuna giden sefahet, şöhret arzusu, gösteriş ve dünyevî beklentiler cirit atmaktadır.
Bu yüzden az bir amel-i salih bile, samimi niyetle yapılırsa çok kıymetli olur. Çünkü ağır bir ortamda, bozulmuş bir zeminde, negatif cereyanlar arasında yapılan iyilik, rüzgâra karşı yürümek gibidir. Yani zordur ama çok kıymetlidir.
- Tahribat Zamanında Takva: Menfî İbadetin En Büyük Kuvveti
Bediüzzaman bu çağın özelliğini şöyle özetler:
> “Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için takva, bu tahribata karşı en büyük esastır.”
Yani yapılan günahlar organize, sistematik ve alenidir. Televizyonla, sokakla, internetle, alışverişle, müzikle, reklamla her taraftan kalbi tahrip eden şeyler saldırmaktadır. Bu durumda takva bir zırh gibidir.
Üstelik takvanın içinde de bir tür amel-i salih vardır. Çünkü her terk, bir tercih; her sabır, bir ibadet demektir. “Görseydim hoşlanacaktım ama görmedim”; işte bu bile kalbe kazınan bir sevap olur.
Yüz günahın içinde, bir tekine bile el uzatmamak, yüz vâcibi yerine getirmek gibi sevap kazandırır. Bu, Rabbimizin rahmetinin genişliğini ve adaletinin ne kadar incelikli olduğunu gösterir.
- Takva ile Gelen Kurtuluş: Farzları İşlemek ve Büyük Günahlardan Kaçmak
Bediüzzaman’ın özlü tesbiti:
> “Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen kurtulur.”
Bu ifade, sanki kurtuluş reçetesi gibi:
Farzlar: Namaz, oruç, zekât, hac, kelime-i şehadet…
Kebireler: Zina, içki, faiz, yalan, gıybet, iftira, hırsızlık gibi büyük günahlar…
Bunları bilen ve buna göre yaşayan bir insan, bu fırtınalı zamanda kurtuluş gemisine binmiş demektir. Herkesi ısıran gaflet yılanına karşı, takva zırhıyla dolaşan kişi, hem dünya hem ahiret saadetine adaydır.
Sonuç:
Bu asır, ibadetten çok korunmayı zorunlu kılıyor. Günahların açıkça işlendiği, kötülüğün cazibedar hale getirildiği bir çağda, en büyük ibadet; günaha bulaşmamak, kendini korumaktır. Takva, sadece pasif bir kaçınma değil; bilinçli bir tercih, aktif bir ibadettir.
İhlasla yapılan az bir amel, bu karanlıkta güneş gibi parlar. Mümin, ihlasla takvayı kuşanır, farzlara sarılır, büyük günahlardan sakınırsa; Rabbine kavuştuğunda yüz akıyla çıkanlardan olur. Çünkü bu zamanda “günah işlememek”, büyük bir ibadet, derin bir kulluktur.
Özet:
Bu makalede Kastamonu Lâhikası’nda geçen bir pasaj üzerinden takva ve amel-i salih kavramları ele alınmıştır. Bediüzzaman’a göre bu zamanda tahribat ve sefahat çok yayıldığı için en büyük esas, takvadır. Yani haramdan ve büyük günahlardan kaçınmak, farzları yerine getirmekle birleşince kurtuluş yolunu açar. Günaha karşı sabır, rüzgâra karşı yürümek gibidir ve çok büyük ecir kazandırır. Takva içinde bir tür amel-i salih olduğu gibi, az bir salih amel dahi bu çağda çok sevap kazandırır. Kurtuluşun formülü: Farzları yapmak, kebireleri terk etmek ve ihlasla yaşamak.