Açlık Fitnesi ve İlahî Terbiye – Nimetteki Hikmeti Unutmanın Bedeli

Açlık Fitnesi ve İlahî Terbiye – Nimetteki Hikmeti Unutmanın Bedeli

“Endişeli Sual: Bu âhir zaman fitnesinde açlık, ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup ya ikinci, üçüncü derecede bırakmaya çalışacak diye rivayetlerden anlaşılıyor. Acaba her şeyde hattâ kaht azabında ehl-i iman ve masumlar için bir vech-i rahmet ve kader-i İlahî cihetinde adalet olduğu, bunda ne tarzda olur? Ve ehl-i iman, hususan Risale-i Nur talebeleri bu musibete karşı iman ve âhiret hesabına ne cihetle istifade edip nasıl davranacaklar ve mukavemet edecekler?

   Elcevap: Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i İlahiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan, Âdil-i Hakîm nimetinin hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakiki lezzetini ve çok ehemmiyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalâde derecesini göstermekle, hakiki şükre sevk etmek hikmetiyle, ramazan gibi riyazet-i diniyeye riayet etmeyen şükürsüz insanlara bu musibeti verip aynı hikmet için adalet etmiş. ”
Kastamonu Lâhikası

Giriş:
Âhir zaman, hem maddî hem de manevî musibetlerin iç içe geçtiği bir fitne devridir. Bu devirde insanlık sadece ideolojik, siyasî veya teknolojik çöküşlerle değil; aynı zamanda açlık, kuraklık, kıtlık ve maişet derdi gibi temel hayati meselelerle de imtihana tabi tutulacaktır.

Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası’nda açlık fitnesine dair gelen rivayetleri değerlendirirken, hem hikmetli bir izah hem de imanî bir duruş kazandırır. Bu değerlendirme, sadece ekonomik krizlerin değil, nimetlere karşı gösterilen şükürsüzlüğün, sosyal ve manevî çöküşe nasıl zemin hazırladığını gösteren mühim bir tefekkürdür.

  1. Açlık Musibeti: Zalimlerin Sömürü Aracı, Müminlerin İmtihan Sebebi
    Bediüzzaman, rivayetlerde işaret edilen açlık musibetinin, âhir zamanda ehl-i dalaletin elinde bir silah gibi kullanılacağını belirtir. Açlık, sadece mideyi değil, ruhu da sarsan bir musibettir. Bu nedenle insan, maişet derdiyle boğuşurken dini duygularını bastırma, şükürden uzaklaşma ve uhrevî değerleri ikinci plana atma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Bu durum, maddi güçlerin, halkı muhtaç hale getirerek imanlarını zorlaması, kulluğu zaafa uğratması ve açlığı bir manevî sindirme aracı olarak kullanması anlamına gelir.

  1. Bu Musibetin Hikmet Yönü: Küfran-ı Nimetin Tokadı
    Bediüzzaman bu musibetin zahirî değil, hikmet-i İlahîye açısından iç yüzünü gösterir:

> “Bu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ı nimet ve şükürsüzlük…”

Yani insanlık, nimet bolluğuna alışıp bu nimetlerin sahibini unuttuğunda, ekmeğin hakiki kıymetini idrak edemediğinde, nimetin külfetiyle değil, yokluğuyla terbiye edilir. Özellikle gıdaya ve ekmeğe dikkat çekilmesi, bu nimetin hem fizikî hem sembolik yönünün çok büyük olduğunu gösterir. Ekmek, insan hayatının en temel dayanağı olduğu gibi, şükür duygusunun da en açık imtihan vasıtasıdır.

Bu sebeple Allah, riyazet-i diniyeye yani Ramazan gibi sabır ve şükür eğitimine riayet etmeyenlere, riyazet mecburiyetiyle gelen bir açlık musibeti vererek, ekmeğin kıymetini öğretir. Bu musibet, zahirde azap görünse de, hakikatte bir şefkatli tokat, bir ikaz-ı Rabbanidir.

  1. Müminler Ne Yapmalı? Sabır, Şükür ve İmanî Direniş
    Bu musibet karşısında ehl-i iman, özellikle Risale-i Nur talebeleri, iki temel düsturla hareket etmelidir:

Birincisi: Açlık ve maişet sıkıntısını bir isyan vesilesi değil, bir şükür ve sabır imkânı olarak görmek. Çünkü açlık, nimetlerin kıymetini hatırlatır, insanı acz ve fakrını fark etmeye götürür. Bu da şükür kapısını açar. Açlığın verdiği acı, eğer sabır ve tevekkülle karşılanırsa, manevî derecelerin terakkisine vesile olur.

İkincisi: Bu musibeti bir cezalandırma değil, bir ilâhî terbiye olarak telakki edip kaderin adaletine razı olmak. Mümin, her musibetin arkasında bir hikmet olduğunu bilmeli, onun gafleti silmek ve kalbi Allah’a döndürmek için gönderildiğini fark etmelidir.

Böylece ehl-i iman, açlık musibetini hem nefsini tezkiye hem de içtimâî şükür şuuru kazandırma fırsatı olarak değerlendirir.

  1. Riyazet ve Ramazan: Musibetsiz Eğitim
    Bediüzzaman, açlık musibetinin bir anlamda Ramazan’ın ihmaliyle gelen bir zorunlu oruç olduğunu belirtir. Ramazan’daki açlık, rızaya dayalı ve ibadete yönelik olduğu için insanı terakki ettirir. Fakat açlık, şükürsüzlükten doğarsa; o zaman bu eğitim mecburî olur, acı verir.

O hâlde mümin, Ramazan ve riyazet gibi ibadetleri hakkıyla yaşarsa, açlık musibetine maruz kalmadan, nimetlerin kıymetini anlayabilir. Aksi halde, o dersi Allah mecburen yaşatır.

Sonuç:
Âhir zamanın açlık fitnesi, sadece ekonomik bir kriz değil; insanın nimetle ilişkisinin çöküşüdür. Bu çöküşe karşı, ehl-i iman ancak şükürle mukavemet gösterebilir. Bu musibet, Allah’ın verdiği nimetlerin kıymetini unutan insanlığa bir ikaz ve terbiyedir. Açlık, şükürsüzlüğün tokadı; sabır ve riyazetin talimidir. Müminler ise bu süreci sabırla karşılayarak hem maddî hem manevî terakki yoluna girmelidir.

Özet:
Bu makalede, Kastamonu Lâhikası’nda geçen âhir zaman açlık fitnesine dair tahlil edilmiş ve bu musibetin hikmet yönü izah edilmiştir. Açlık, ehl-i dalalet tarafından ehl-i imanı sindirmek için kullanılacak; fakat aslında bu musibet, küfran-ı nimete karşı verilen bir ilâhî derstir. Ekmek ve gıda gibi temel nimetlerin kıymetini bilmeyenler, mecburî bir riyazetle terbiye edilir. Müminler ise bu musibeti sabır ve şükürle karşılayarak hem hizmette, hem imanda terakki eder. Açlık, azap değil; şükre çağıran bir ikazdır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 5th, 2025