Uhrevî Amellerle Dünyayı Kazanmak: Gizli Bir İhlâs İmtihanı
Uhrevî Amellerle Dünyayı Kazanmak: Gizli Bir İhlâs İmtihanı
“Ben gördüm ki ehl-i diyanet belki de ehl-i takva bir kısım zatlar, bizimle gayet ciddi alâkadarlık peyda ettiler. O bir iki zatta gördüm ki diyaneti ister ve yapmasını sever tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rast gelsin. Hattâ tarîkatı keşif ve keramet için ister. Demek, âhiret arzusunu ve dinî vezaifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i diniyenin fevaid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebep o fayda olsa o ameli iptal eder; lâekall ihlası kırılır, sevabı kaçar. ”
Kastamonu Lâhikası
> “Amel, Allah için yapılmazsa şekli ibadet, hakikati ticaret olur.”
— Hikmet-i Nur’dan
Dinin asli gayesi, Allah rızasını kazanmaktır. Fakat insan nefsi çoğu zaman bu ulvî gayeyi, dünyevî menfaatlere dönüştürmeye meyillidir. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, bir kısım ehl-i diyanet ve hatta ehl-i takva zatlar, dinî hayatı ve ibadetleri, dünya hayatında muvaffak olmanın bir vasıtası, bir anahtarı gibi kullanmaya başlarlar. Bu ise ihlâsın en gizli ve en tehlikeli şekilde zedelenmesidir.
İhlâs mı? İşin Rast Gitmesi mi?
Evet, namaz kılıyor, oruç tutuyor, dua ediyor… Fakat bunları gerçekten Allah rızası için mi yapıyor, yoksa “işim rast gitsin”, “müşterim artsın”, “huzurum kaçmasın” diye mi? Bazıları tarikata giriyor, zikir çekiyor ama “keşif göreyim, keramet nasip olsun” arzusuyla… O hâlde bu kişi, uhrevî bir ameli dünyevî bir menfaate dirsek yapıyor, basamak haline getiriyor. Bu, niyetin bozulması ve sevabın silinmesi anlamına gelir.
Oysa hakikatte, dinî hakikatlerin dünyevî faydaları sadece teşvik edici mahiyettedir. Yani ibadetin dünyaya ait faydaları olabilir — mesela sabır verir, moral kazandırır, huzur getirir. Ama bu faydalar, sebep değil, sadece sonuç olmalıdır. Sebep, sadece Allah rızasıdır.
Niyet, amel gibi görünmez ama ameli ayakta tutan köktür. Eğer kök çürükse, ağaç dıştan gür görünse de içten çöküntüye uğrar.
Zehir Gibi Bir Saflık Bozucusu: Menfaatle Karışmış Dindarlık
Bu çağın bir başka hastalığı da budur: Dindarlığı bir çeşit dünyevî başarı reçetesi gibi görmek.
“Namaz kılarsan işin yolunda gider.”
“Şu kadar dua okursan borçtan kurtulursun.”
“Sadaka verirsen hastalık geçer.”
Bu cümleler kötü niyetli değildir belki ama farkına varmadan Allah’la pazarlık yapar hâle geliriz. İbadet, dua ve sadaka; şifa veya kazanç için değil, Allah için yapılmalıdır. Şifa gelirse, ne güzel; gelmezse de o amel yine güzeldir.
İhlâs, işte bu noktada imtihan verir. Allah için yapılan ibadet, sonucu ne olursa olsun kıymetlidir. Dünya için yapılan ibadet ise netice verse bile kıymetsizdir; çünkü niyet Allah değil, menfaattir.
Dua: Bir Tevekkül Beyanıdır, Ticarete Dönüşmemeli
Bediüzzaman, dua konusunu da bu açıdan değerlendirir. Dua, yalnızca maksat hasıl olsun diye değil, ibadet niyetiyle yapılmalıdır. Netice, Allah’a aittir. Dua ettiğimiz şey verilmediğinde de, dua yapan kişi kazançlıdır; çünkü Rabbine yönelmiştir. Ama dua, sadece dünya işini çözmek için yapılırsa, o zaman dualar bile ticarete dönüşür.
Hakiki Kazanç Neyledir?
Namazda huzur değil, rızâ aranmalıdır.
Duada dilek değil, kurbiyet aranmalıdır.
Hizmette takdir değil, ihsan aranmalıdır.
Çünkü asıl saadet, sonucu dünyada görülen değil, Allah katında makbul olan ameldedir. Dünyayı kazanmak için değil, ahireti kurtarmak için yapılan işler, hem dünyayı kazandırır hem ahireti. Ama tersine çevirirsen, her iki tarafı da kaybedersin.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin Kastamonu Lâhikası’nda dile getirdiği bir hakikat üzerinden; bazı ehl-i diyanet ve ehl-i takva kişilerin dinî amelleri dünya menfaatine âlet etmeleri ele alınmaktadır. Dinî hakikatlerin dünyevî faydaları varsa da, bunlar ancak teşvik edici seviyede olmalı, ibadetlerin sebebi asla dünya olmamalıdır. İhlâs bozulduğunda, amelin sevabı gider, anlamı silinir. Bu sebeple ibadetlerde Allah rızasından başka hiçbir maksat gözetilmemelidir.