Önceliğin İman Olduğu Bir Dünyada: Sıralamayı Bozmak Hakkı Bozar
Önceliğin İman Olduğu Bir Dünyada: Sıralamayı Bozmak Hakkı Bozar
“Hem üç mesele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a’zamı, iman meselesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mesele, hayat ve şeriat göründüğünden o zat şimdi olsa da üç meseleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev-i beşerdeki cari olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en a’zam meseleyi esas yapıp öteki meseleleri esas yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.”
Kastamonu Lâhikası
> “Zaman cemaat zamanıdır. Cemaat içinde şahsiyet, şahıstan büyüktür. Şahsiyet ise imana dayanır, değil siyasete…”
— Risale-i Nur’dan hikmetli bir ölçü
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası’nda yer alan bir mektubunda üç büyük meseleden söz eder: Hayat, şeriat ve iman. Bu üçü içinde en büyüğü, en esaslısı ve en belirleyicisi iman meselesidir. Zira hayat fanidir, şeriat uygulanabilirliğe ve iklime bağlıdır; ama iman ebedî bir hayatın kapısını açan anahtardır.
Fakat zamanın icapları, insanların içtimai duyguları ve siyasetin oluşturduğu rüzgârlar çoğu zaman bu sıralamayı ters yüz eder. Toplumun nazarında, en büyük dert “hayatın temini”, “geçim”, “özgürlük”, “sistem” gibi dünyevî talepler olur. Hâlbuki iman, bu dünyevî sahnede oynanan oyunun ne olduğunu anlamamızı sağlayan mana projektörüdür.
Bediüzzaman, böyle bir ortamda bile iman hizmetini en öne alır ve bu hizmetin siyasî, içtimaî veya şer‘î bir gündemle karıştırılmasını büyük bir tehlike olarak görür. Zira insanların çoğu şekle, yüzeye ve görünene göre hüküm verir. Eğer iman hizmeti, şeriatın veya siyasetin görünür gölgesinde sunulursa, o hakikat, o berrak nur, halkın zihninde bir araçsallaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Hâlbuki iman, hiçbir şeyin aracı değildir; bilakis her şey ona hizmet etmekle yükümlüdür.
Bediüzzaman, “şimdi olsa da” diyor — yani kendisi bugün yaşasa bile — yine bu sırayı bozmayacağını bildiriyor. Çünkü insanlık tarihinde cari olan âdetullah, yani Allah’ın beşeriyet üzerindeki değişmeyen yasaları, hakikatin merhalelerle tesisini emreder. Önce kalpler tamir edilir, sonra sistemler kurulur. Önce ruh dirilir, sonra şeriat can bulur.
İşte bu noktada, çağın birçok İslâmî hareketinin düşebileceği bir tuzağa dikkat çekiyor: İman hizmetini, toplumu değiştirme ya da bir sistem kurma aracı haline getirmek. Oysa bu, hakikatin tertibini ters çevirmek demektir. İman, önce Allah için olmalı, sonra belki insan için fayda verir. Bu sıranın değişmesi, niyetin bulanması ve hizmetin sulanmasıdır.
Bugün de birçoğumuzun kalbinde, şeriatın yeniden hâkim olması, adaletin tesis edilmesi, zulmün ortadan kalkması gibi arzular var. Fakat Bediüzzaman bize şunu söyler: İman olmazsa şeriat da yaşayamaz. İman sarsılmışsa, şeriat da zeminsiz kalır. Çünkü şeriat bir binaysa, iman onun temelidir. Temeli çürük olan bir yapıyı yükseltmeye çalışmak, ancak zahiri bir gösterişe dönüşür.
İşte bu yüzden “en a’zam meseleyi esas yapıp”, yani imanı öne alıp, öteki meseleleri onun ardına koymak gerekir. Böylece hem hizmetin safveti korunur, hem de “başka maksatlara âlet” olma tehlikesinden kurtulunur.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin Kastamonu Lâhikası’ndaki “hayat, şeriat, iman” sıralaması temel alınarak, çağımızda iman hizmetinin en öncelikli mesele olduğuna dikkat çekilmektedir. Şeriat ve toplumsal dönüşüm talepleri, ancak iman temelinde yükselirse hakiki olur. İman hakikati, siyasete veya ideolojik gayelere alet edilirse safiyeti bozulur ve toplum nezdinde itibar kaybeder. Bu nedenle hizmetin selameti, niyetin berraklığı ve kalplerdeki tesirin derinliği için iman, her şeyden önce gelir.