Nurdan Uzak Kalanın Gözü, Zifiri Karanlıkta Kalır
Nurdan Uzak Kalanın Gözü, Zifiri Karanlıkta Kalır
“Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın bela ve vebasından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur’un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğunu kırk bin şahit vardır. Demek Risale-i Nur’un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse tehlike ihtimali kavîdir.
Evet
يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ
işaretiyle bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslâm’a da bilerek severek tercih ettirdi.”
Kastamonu Lâhikası
> “Bu asırda en büyük hastalık: kalbin kararması, aklın şaşırması ve nefse rehberlik ettirilmesidir.”
— Risale-i Nur’un ruhundan
Bediüzzaman Said Nursî’nin “bu hasta, gaddar ve bedbaht asır” diye tarif ettiği zaman dilimi, sadece teknolojik bir çağ değil, aynı zamanda karanlığın bile renklendirildiği, zulmün medeniyet kisvesi giydiği, hakikatin eğlenceye kurban edildiği bir zamandır. Bu zamanın en dehşetli tarafı ise hastalığın sıradanlaşması, zulmün normalleşmesi, gafletin meziyet gibi görülmesidir.
Bu karanlık çağda insanlığı kurtaracak en mücerreb ilacın Risale-i Nur olduğu hakikati, artık kuru bir iddia değil; hayatın bin türlü sınavında kırk bin şahit ile isbatlanmış bir gerçektir. Çünkü Risale-i Nur, bu asrın maddî-manevî zulmüne karşı bir mizan (ölçü), bir muvazene (denge), bir pusula hükmündedir. O, Kur’ân’ın bu asırdaki bir mânevî tefsiri olarak kalpleri karanlıktan kurtarıp nura kavuşturur.
Yakında Olmak Yetmez, İçine Girmek Gerekir
Ancak bu nurdan faydalanmak, sadece ona “yakın olmakla” değil, dairenin içine girmekle mümkündür. Yani:
Sadece okumak değil, yaşamak gerekir.
Sadece takdir etmek değil, teslim olmak gerekir.
Sadece izlemek değil, hizmet etmek gerekir.
Zira hakikate uzaktan bakmak insanı hayran eder ama kurtarmaz. O hayranlık bazen gafleti bile tatlı gösterir. Nur’un dairesi dışındaki bir hayat, bu asrın manevi vebasından kurtulamaz. Çünkü gaflet bulaşıcıdır, nefis davetkârdır, şeytan sabırlıdır.
Dünya Sevgisinin Felaketi:
Ayette geçen يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْآخِرَةِ (Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler) cümlesi, asrın hastalığını teşhir eder. Bu tercih artık cehaletten değil, bilerek ve severek yapılmaktadır. İnsan, ahiretin hak olduğunu bildiği hâlde dünyayı tercih ediyor. Çünkü bu asır, ekranlarla, pazarlarla, vitrinlerle, ideolojilerle dünya sevgisini cazip hâle getirmiştir.
Bu tercih, sadece bireysel bir günah değil, ümmet çapında bir yöneliştir. O yüzden bu hastalığın panzehiri bireysel değil, küllî ve imanî bir tecdittir. İşte Risale-i Nur bu noktada devreye girer:
Aklı ikna eder,
Kalbi tatmin eder,
Nefsi terbiye eder,
Vicdanı uyandırır.
Risale-i Nur Dairesi: Sadece Bir Kitaplık Değil, Bir Kurtuluş Haritası
Bugün Nur dairesinin dışında kalan, modern dünyanın çalkantılarıyla savrulmaya mahkûmdur. Çünkü orada ölçü yoktur, istikamet yoktur. Risale-i Nur ise yalnızca bir fikir kitabı değil, bir kurtuluş haritası, bir manevî zırh, bir diriliş reçetesidir.
Onun mizanlarıyla, her şey yerine oturur:
Dünya, hizmet yeri olur.
Ahiret, hedef olur.
İman, sermaye olur.
Takva, kalkandır.
İhlâs, yol göstericidir.
Özet:
Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle “bu hasta, gaddar ve bedbaht asır”da Risale-i Nur’un en güvenilir ve en etkili kurtuluş yolu olduğu anlatılmıştır. Risale-i Nur’un dairesine sadece yakın olmak yetmez; içine girmek, yani ihlâs, sadakat ve hizmetle bütünleşmek gerekir. Aksi hâlde dünya sevgisinin ağır baskısıyla insan, bilerek ve severek ahireti terk eder hâle gelir. Risale-i Nur bu noktada sadece bir kitap değil, kalpleri karanlıktan nura kavuşturan bir hakikat pusulasıdır.