Hayatı Ağırlaştıran Asır: Dünyayı Cehenneme Çeviren Aldanış

Hayatı Ağırlaştıran Asır: Dünyayı Cehenneme Çeviren Aldanış

“Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şeraitini ağırlatması ve çok etmesi ve hâcat-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle tiryaki ve müptela etmekle hâcat-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya set çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatasının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki dünyayı başına cehennem eyledi.

   İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar.”
Kastamonu Lâhikası

> “Dünya, gafletle bakıldığında cehennemdir. Ahiret nazarıyla bakıldığında ise geçici bir misafirhanedir.”
— Risale-i Nur’dan hakikatli bir ikaz

Zaman hızlandı, fakat huzur yavaşladı. İmkânlar çoğaldı, fakat tatmin azaldı. İnsanlık teknolojide ilerledi ama saadette geri düştü. İşte bu çelişkili ve çarpık gidişatın temelinde Bediüzzaman’ın yıllar önce teşhis ettiği çok kritik bir hastalık yatıyor: Hayatın ağırlaştırılması ve zarurî olmayan ihtiyaçların zarurî gibi gösterilmesi.

Bu asır, hayatı kolaylaştırmak iddiasıyla yola çıktı. Fakat gariptir, hayatı daha karmaşık, daha pahalı, daha yorucu ve daha meşakkatli hale getirdi. Çünkü insanlar artık sadece yaşamak için değil, görünmek için yaşıyor. Gösteriş, alışkanlık, reklam ve moda ile insanlar, aslında hiç de ihtiyaç olmayan şeylere bağımlı hale geldi. Dün “lüks” olan, bugün “zaruret” gibi sunuluyor. Aslında açlık değil, görenek tiryakiliği insanı sürüklüyor.

İşte böyle bir zeminde, hayat-ı dünyeviye büyüdükçe hayat-ı uhreviye küçülmeye başlıyor. Ahiret, sonsuzluk olduğu hâlde ikinci, hatta üçüncü sıraya düşürülüyor. “Nasıl yaşamalıyım?” sorusunun yerini “Nasıl daha çok tüketirim, daha çok kazanırım, daha iyi görünürüm?” gibi sorular alıyor. Hayatın merkezi hayatın kendisi oluyor, Hâlık-ı hayat değil.

Bediüzzaman bu noktada çok net konuşuyor:

> “Bu hatasının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki dünyayı başına cehennem eyledi.”

Evet, dünya cennet gibi sunulurken, insanlar onun içinde cehennemi yaşıyor:

Ruhî buhranlar,

Aile dağılmaları,

Maddî tatminsizlikler,

Manevî yoksunluklar…

İnsanlık o kadar çok şeye sahip oldu ki, artık hiçbir şeyden zevk alamaz hâle geldi. Çünkü bu dünya kalbe göre yaratılmamış. Kalbin gıdası ebediyet, lezzeti ahiret, nuru imandır.

Ancak burada asıl ibretlik olan, ehl-i diyanetin de bu tuzağa düşmesidir. Yani dini bilen, ahireti tanıyan, ebedî hayatı önemseyen kimseler dahi bu hayat yarışına kapılıyor, bazen farkına varmadan dünya merkezli yaşamaya başlıyor. Ticaretini uhrevî hizmetten öne alıyor. Konforunu tebliğden üstün görüyor. Böylece kendi eliyle kendi nuru üstüne perde çekiyor.

Bu musibetten çıkışın yolu, şu üç şeyi yeniden sıralamaktır:

  1. Hayat yaşanmak için değil, imtihan için verilmiştir.
  2. İhtiyaçlarımız değil, ihtiyaç sandıklarımız bizi tüketmektedir.
  3. Ebedî saadet, fânî zevklere tercih edilmemelidir.

Özet:

Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin “hayat-ı dünyeviyenin ağırlaştırılması” ve “zarurî olmayan ihtiyaçların zaruret gibi gösterilmesi” tesbitine dayanarak modern insanın içtimai ve manevî buhranı ele alınmıştır. Bu aldanışın neticesi olarak dünya hayatı bir cehenneme dönüşmüş, ehl-i diyanet dahi bu girdaba kapılabilmiştir. Kurtuluş ise hayatın mahiyetini, önceliklerini ve hedefini yeniden Kur’an ve iman ölçüsüne göre tayin etmekle mümkündür.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 4th, 2025