Bin Dil ile Yapılan Dua: İştirak-i A’mal ve Kardeşlikte Ebedî Kazanç

Bin Dil ile Yapılan Dua: İştirak-i A’mal ve Kardeşlikte Ebedî Kazanç

“Risale-i Nur’un hakiki ve sadık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mal-i uhreviye kanunuyla ve samimi ve hâlis tesanüd sırrıyla her bir hâlis, hakiki şakird bir dil ile değil belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melâikenin kırk bin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakiki, müttaki bir şakird dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstahak ve inşâallah ehl-i saadet olur. Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvi ve küllî ubudiyete sahip olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatte çalışmak gerektir.”
Kastamonu Lâhikası

> “Bir Müslümanın duası, bir mü’minin duasıdır; bin Müslümanın kardeşliği ise bin dil ile yapılan duadır.”
— Risale-i Nur’un hakikatinden ilhamla

Modern çağ, insanı yalnızlaştırdı. Kalabalıklar içinde tek başına kalan, ağları olan ama bağı olmayan bir birey tipi yaygınlaştı. Oysa hakikat yolculuğu, bir cemaat içinde, bir uhuvvet dairesinde, bir kalpler ittihadı zemininde yürünür. Risale-i Nur’un ortaya koyduğu “iştirak-i a’mal-i uhreviye” düsturu, bu noktada ehl-i imana büyük bir müjde ve aynı zamanda yüksek bir mesuliyet yüklemektedir.

Bu kudsî düstur, samimi ve hâlis Nur talebeleri arasında manevî bir iş birliği, bir uhrevî ortaklık kanunu getirir. Her bir şakird, yalnızca kendi diliyle değil, bütün ihlâslı kardeşlerinin ibadet ve dualarına da hissedar olur. Nasıl ki bazı melekler kırk bin dille zikrederlerse, bir müttaki Nur talebesi de kırk bin dil ile dua eder gibi olur. Bu, ferdin cemaatleşmesi, ibadetin küllîleştirilmesi, amelin ziyadeleştirilmesi demektir.

Bu sır, dünyevî iktisatın “ortaklık” kanunundan çok daha yüce, çok daha şeffaf ve çok daha cömert bir sistemdir. Çünkü bu manevî şirket, rekabetin değil, ihlâsın sermaye olduğu bir mecrada işler. Herkes, birbirinin kazancından hisse alır; ama bu hisse, sahip olduğun samimiyetle orantılıdır. Risale-i Nur dairesinde sadakat, hizmet, takva ve büyük günahlardan uzak durma derecesine göre bu ulvî şirkete katılınır.

Bu sistemde kâr da zarar da manevîdir. Kardeşinin günahına yardım etmediğin gibi, ibadetine ortak olabilmen için ihlaslı olman gerekir. Haset, riya, kin ve gurur bu şirkete perde olur. Zira bu iştirak kalp işidir, hâl işidir, dil ile değil, halisiyet ile kurulmuş manevî bir bağdır.

Bu hakikat bizlere gösteriyor ki:
🌿 İbadet bir fert işi değil, bir cemaat işidir.
🌿 Duaya bin dil katmak, kardeşliğe samimiyet katmakla mümkündür.
🌿 Takva sadece günahlardan uzak durmak değil; kardeşinin duasında yer alabilmek için kalbi temiz tutmaktır.

Bu büyük kazancı kaçırmamak, bu kudsî daireden hissedar olabilmek için en önemli sermaye üç şeydir:
İhlas, sadakat ve takva. Bunlar olmadan iştirak olmaz, olsa da yalnızca şekilden ibaret olur. Oysa Cenab-ı Hak şekle değil, niyetlere ve kalplerdeki samimiyete bakar.

Özet:

Bu makale, Risale-i Nur’da geçen “iştirak-i a’mal-i uhreviye” prensibine dayanarak, Nur talebeleri arasında manevî bir ibadet ortaklığı bulunduğunu ifade eder. Her bir hâlis ve müttaki şakird, diğer kardeşlerinin ibadetlerinden de hisse alır. Bu manevî şirketin şartı; takva, ihlas ve sadakattir. Bu sistem, ferdî ibadeti cemaat boyutuna çıkarır, dua ve istiğfarları bin dille çoğaltır. Bu sebeple mü’minler arasında samimiyet, kardeşlik ve ihlası muhafaza etmek; uhrevî kazançları katlamak için en önemli yoldur.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 4th, 2025