Zulüm Adına “Adalet”: Bir Medeniyetin Maskesi Düşerken
Zulüm Adına “Adalet”: Bir Medeniyetin Maskesi Düşerken
Risale-i Nur’un Işığında İngiliz İstibdadı ve Hürriyet Maskesi
“Evet, zaman gösterdi ki hürriyet-perver namını alan bir devletin, o istikbalde gelen istibdadın bir numunesi olarak üç yüz müstebit memurlarıyla, üç yüz milyon Hindistan’ı üç yüz seneden beri üç yüz adam gibi kolay bağlayıp deprenmeyecek derecede istibdat altına alarak, eşedd-i zulmü a’zamî bir derecede yani birisinin hatasıyla binler adamı tecziye etmek olan kanun-u müstebidanesine inzibat ve adalet namını vermiş, dünyayı aldatmış, ateşe vermiş.”
Kastamonu Lâhikası
Giriş:
Modern çağın sahte ışıkları, çoğu zaman karanlığı aydınlık gibi göstermiştir. “Hürriyet”, “adalet”, “medeniyet” gibi yüksek manalar, emperyalist emellerin maskesi yapılmıştır. Bu maskelerin ardında ise insanlık tarihinin en derin zulümleri, en organize istibdatları gizlenmiştir. Risale-i Nur’un Kastamonu Lâhikası’nda yer alan yukarıdaki ibare, bu maskeyi yırtarcasına bir hakikati ilan eder: Dünyaya “özgürlük” vadeden İngiliz medeniyeti, aslında yüz milyonlarca insanın hürriyetini gasp eden bir zorbalığın ta kendisidir.
Hürriyet Maskesi Altında İstibdat:
İngiltere, kendisini yüzyıllar boyunca “özgürlüklerin kalesi”, “medeniyetin öncüsü” gibi unvanlarla tanıtmış ve dünyaya bu surette nüfuz etmeyi başarmıştır. Oysa Bediüzzaman Said Nursî’nin işaret ettiği gibi, bu devlet sadece birkaç yüz idareci memuruyla Hindistan gibi devasa bir kıtayı üç asır boyunca baskı altında tutmayı bilmiş, hürriyetin değil, istibdadın sembolü olmuştur.
Buradaki en çarpıcı ifade ise “birisinin hatasıyla binler adamı tecziye etmek olan kanun-u müstebidanesine inzibat ve adalet namını vermek”tir. Bu, günümüz hukuk anlayışına da ışık tutan çarpıcı bir tesbittir: Suçun şahsiliği prensibi bir kenara itilmiş, cezalandırmada keyfilik sistem haline gelmiş, toplu cezalarla milletler sindirilmiştir. Ve bu zulme “adalet” ismi verilerek insanlık aldatılmıştır.
Zulmün Organize Hâli: Emperyalist Sistem
İngilizler sadece askeri güçle değil, aynı zamanda eğitim, hukuk ve ekonomi gibi sistemler üzerinden de hâkimiyetlerini kurmuşlardır. Hindistan’da uyguladıkları sömürge politikası, yerli halkı kendi kültür ve dininden koparıp Batı’ya hayran ama köle ruhlu bireyler hâline getirmeyi amaçlamıştır. Bu da gösteriyor ki istibdat, yalnızca fiziki bir baskı değil; zihinlere, kalplere vurulan prangalardır.
Üç yüz yıldır üç yüz milyon insanı “üç yüz adam gibi kolay” idare etmek; zayıf, eğitimsiz, korkutulmuş ve maneviyattan uzak bırakılmış bir toplum inşa etmekle mümkün olmuştur. Bu istibdat, Batı’nın medeniyet iddiasının ne kadar sahte ve ikiyüzlü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Hakikatleri Susturan Kanunlar:
Risale-i Nur’un bu tesbiti, sadece geçmişi değil, bugünü de anlamamızda bize kılavuzluk eder. Bugün de kimi rejimler, zulüm ve adaletsizliği hukuk kisvesiyle pazarlamakta, muhalif sesleri bastırmak için “terör”, “güvenlik” gibi kavramları istismar etmektedir. Adaletin ismini kullanarak yapılan adaletsizlik, zalimliğin en tehlikeli biçimidir. Çünkü insan vicdanını yanıltır, mazlumu suçlu gibi gösterir, zalimi ise hukuk adamı kisvesine büründürür.
Sonuç:
Risale-i Nur’da dile getirilen bu hakikat, yalnızca İngiltere’nin Hindistan’daki zulmünü değil, istibdadın evrensel çehresini deşifre eder. Gerçek adalet, yalnız şeklen değil, ruhen de adil olmalıdır. Şekli kanunlar ve prosedürler altında gizlenen zulümler, insanlığı ateşe vermekten başka bir işe yaramaz. Hürriyetin gerçek anlamı, hakikatin ve adaletin yanında yer almaktır; görünüşteki medeni süslemelerle değil.
Özet:
İngiltere’nin Hindistan üzerindeki hâkimiyeti, “hürriyet” ve “adalet” gibi kavramların istibdat ve zulüm için nasıl kullanıldığını gösteren ibretlik bir örnektir. Risale-i Nur, bu çelişkiyi deşifre ederek hakiki adaletin ve hürriyetin bâtıl sistemlerden değil, ilahî hakikatlerden doğacağını ilan eder. Zulmün adı adalet olunca, insanlar gerçeği göremez; ama hakikatin nuru, her yalanı yakar ve maskeleri düşürür.