Şeriat: Saadetin ve Adaletin Hakikati
Şeriat: Saadetin ve Adaletin Hakikati
“Bidâyetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harp’te bana da sual ettiler: “Sen de şeriatı istemişsin?”
Dedim: Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeğe hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil…”
Divan-ı Harb-i Örfî
Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî’de mahkeme huzurunda kendisine yöneltilen “Sen de şeriatı istemişsin?” sorusuna, çağları aşan bir vakar ve iman vecdiyle şöyle karşılık verir:
> “Şeriatın bir hakikatına, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım! Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil.”
Bu cümle, sadece bir savunma değildir; aynı zamanda hakikatin, adaletin ve faziletin bir manifestosudur. Şeriatı salt bir siyasal sistem olarak değil, hayatın tüm alanlarını kuşatan bir hakikat olarak anlamayanlar, onu ya korkulacak bir hayalet gibi görmüş ya da çıkarlarına göre araçsallaştırmıştır. Oysa Bediüzzaman’ın işaret ettiği şeriat, sadece cezalandırıcı bir kanun değil, aynı zamanda merhamet, adalet ve toplumun ıslahı için gönderilmiş ilahî bir nizamdır.
Şeriat Nedir, Ne Değildir?
Şeriat, Kur’ân ve sünnete dayanan ilahî bir sistemdir. Hem bireyin kalbini, hem toplumun düzenini inşa eder. Sadece ceza hukuku değil; ticaret, ahlak, ibadet, muamelat ve aile hayatını da içine alan kapsayıcı bir hayat nizamıdır. Onun gayesi:
Aklı korumak,
Nesli muhafaza etmek,
Dini özgürlükle yaşatmak,
Malı ve canı güvence altına almak,
Adaleti tesis etmek ve zulmü kaldırmaktır.
Ne var ki tarih boyunca, bazı zalimler şeriatı kendi zorbalıklarına perde, bazı bozguncular da onu bir ihtilal aracı gibi kullanmaya kalkmışlardır. Bediüzzaman bu noktada çok net bir ayrım yapar: “Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil.” Yani şeriat bir adalet ve saadet sistemi olarak kutsaldır; ama onu zulmün veya anarşinin malzemesi yapmak, hakikate ihanet etmektir.
Adalet-i Mahz ve Şeriat
Bediüzzaman’ın sıkça vurguladığı “adalet-i mahz” (katıksız adalet), bireysel hak ve hukukun tam anlamıyla gözetildiği bir adalettir. Bir ferdin hakkı, milyonların menfaati için feda edilemez. Bu, modern demokrasilerin bile tam sağlayamadığı, Kur’ân merkezli bir adalet anlayışıdır.
Bugün, hukuk sistemlerinin çoğu “çoğunluk yararına azınlık fedadır” şeklinde işlerken; şeriat, “masum bir ferdin hakkı tüm toplumdan üstündür” der. İşte bu, Bediüzzaman’ın “şeriat, adalet-i mahzdır” diyerek altını çizdiği noktadır. Gerçek şeriat; hukukun üstünlüğü, merhametin yaygınlığı ve hakkın hâkimiyeti demektir.
Şeriatın Ruhu: Ahlak ve Fazilet
Şeriat yalnızca bir kanunlar bütünü değildir. Onun ruhu ahlak ve fazilettir. İmanla beslenen kalplerin davranışlarına yön veren bir maneviyat sistemidir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
> “Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.”
Bu üç kelime, şeriatın bütün yönlerini içine alır:
Saadet: Bireyin ve toplumun iç huzuru, manevî ve dünyevî mutluluğu,
Adalet: Haklının hakkını koruyan, mazlumun yanında duran sistem,
Fazilet: İnsanları alçaltan değil, yücelten, onları içten temizleyen ahlak yapısı.
Bugün bu üç kavram da yozlaşmış ya da içi boşaltılmış durumdadır. Şeriat ise bu kavramları, sadece ideal olarak değil, uygulanabilir bir hakikat olarak bize sunar.
Zorbalıkla Değil, İkna ile Yaşatılır
Tarihte yapılan yanlışlar, aslında şeriatı değil; kendi heva ve heveslerini dayatmışlardır. Gerçek şeriat, ancak hikmetle, güzel öğütle ve merhametle anlatılarak, yaşatılarak toplumda makes bulur. Bediüzzaman, işte bu noktada devrimci değil; ıslah edici, kalp merkezli ve tebliğci bir şeriat anlayışını savunur.
Onun mahkemede haykırdığı söz, bir meydan okuma değil; bir ruhun en samimi şahididir:
> “Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda ederim!”
Bu bir tehdit değil; bir sevda, bir sadakat, bir teslimiyettir. O teslimiyet ki, zorbaların baskısına rağmen eğilmez, hakikati haykırmaktan geri durmaz.
Özet
Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb-i Örfî’deki savunması, şeriatı anlamada önemli bir pusuladır. Ona göre şeriat; adaletin, saadetin ve faziletin ilahî kaynağıdır. Ancak bu şeriat; ihtilal, zorbalık ve dayatma yoluyla değil; iman, hikmet ve ikna ile yaşatılmalıdır. Şeriat bir korku sistemi değil, bir huzur ve hukuk düzenidir. Adalet-i mahz ile bireyin hakkını, fazilet ile toplumun ruhunu yücelten, saadet ile insanı dünya ve ahiret mutluluğuna götüren bir hayat nizamıdır. Bediüzzaman’ın bu uğurdaki kararlılığı, bugüne bir çağrıdır: Hakikate teslimiyet, fazilete davet, adalete sadakat.