Şefkatin Sınırı, Rahmetin Dengesi

Şefkatin Sınırı, Rahmetin Dengesi

“Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğun- dan elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten li’l-âlemîn Zat’ın (asm) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalalete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sekam-ı kalbîdir.

   Mesela, kâfir ve münafıkların cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak; Kur’an’ın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzip olduğu gibi bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Çünkü masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedit bir gadir ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın sû-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârane taraftar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir.”
Kastamonu Lâhikası

Şefkatin Sınırı, Rahmetin Dengesi: İlahî Adalet Karşısında Yanıltıcı Merhamet
Bediüzzaman’ın Gözünden Kur’anî Bir Şefkat Tahlili

Giriş:

Şefkat, insana Allah’tan lütfedilen en yüce duygulardan biridir. Ancak her nimette olduğu gibi, şefkatin de istikameti ve sınırı vardır. Aksi hâlde rahmet adı altında zulme kapı açılır, merhamet zannıyla hakikat bozulur. Bediüzzaman Said Nursî’nin Kastamonu Lâhikası’nda dile getirdiği bu hakikat, Kur’ân-ı Kerîm’in adalet ve rahmet terazisinde derinlemesine tartılmıştır. Çünkü gerçek şefkat, Allah’ın rahmetiyle uyumlu olandır; onu aşan ise dalalete ve zulme kapı açan bir sapmadır.

  1. Kur’an’da Rahmet ve Azap Dengesi:

Kur’ân’da Allah Teâlâ’nın Rahmân ve Rahîm sıfatları sıkça zikredilir. Ancak bu rahmet, ilahî adaletle birlikte yürür. Nitekim Kur’ân’da şöyle buyrulur:

> “Habîbim! Onları bırak, dünya hayatının geçici zevkine dalsınlar. Elbet sonlarında bileceklerdir.” (Hicr, 15/3)

“Hiç iman eden kimse, fasık olan gibi olur mu? Elbette eşit olmazlar.” (Secde, 32/18)

Bu ayetlerde Allah, sapkınlara ve zalimlere merhamet zannıyla yaklaşılmasını men eder. Çünkü bu tavır, adaletsizliktir. Allah’ın rahmeti sonsuzdur; ama hikmetsiz değildir. Rahmet, ehlini bulur; hak edenin hakkını korur. Hak etmeyene verilirse, bu merhamet değil, zulüm olur.

  1. Şefkatin Taşması: Kalbî Hastalık Olabilir

Bediüzzaman, “şefkat” duygusunun taşması durumunu bir “maraz-ı ruhî”, yani ruhsal bir hastalık olarak değerlendirir. Çünkü bâtıla, günahkâra ve zalime karşı adaletin terazisini unutup sırf duygusallıkla yaklaşmak, başka masumların hukukunu çiğnemek demektir.

Örneğin, Kur’an’da cehennem azabından bahseden yüzlerce ayet vardır. Allah Teâlâ, zalimlerin ve inatçı kâfirlerin ebedî cezaya çarptırılacağını bildirir. Bunu hazmedemeyip “bu kadar azap olur mu?” diye sormak, insanî şefkatten değil; rahmetin ilahî ölçüsünü anlayamamaktan kaynaklanır. Bu anlayış, Kur’an’ın açık hükümlerine ters düşer:

> “Gerçek şu ki, inkâr edenleri ve zulmedenleri Allah ne bağışlayacak ne de onlara bir yol gösterecektir.” (Nisa, 4/168)

  1. Mazluma Zulüm: Yanlış Şefkatin Bedeli

Şefkat duygusunun yanlış hedefe yönelmesi, mazluma zulüm getirir. Örneğin, canavarı acındırmak, onun parçaladığı masumları unutmaktır. Günümüzde bu düşünce; suça karşı tolerans, günaha karşı hoşgörü, sapkınlığa karşı “özgürlük” savunusu şeklinde tezahür eder. Netice: masumlara yapılan zulmün görünmez hâle gelmesi ve haksızlığın sistemleşmesi olur.

Kur’an, bu konuda çok nettir:

> “Allah müminleri inkârcılarla aynı tutmaz.” (Âl-i İmrân, 3/179)

“Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa ateş size de dokunur.” (Hud, 11/113)

Bu ayetler, bâtıla ve zulme taraf olmanın ya da en azından ona duygusal yakınlık göstermenin dahi büyük bir vebal olduğunu bildirir.

  1. Fıkhî Yorumlar ve Kelamî Yaklaşım:

İslam hukukunda “suçun şahsiliği” esastır. Yani bir kişinin suçu, başkasına yüklenemez. Ancak bu, suçluya karşı şefkatli olmak anlamına gelmez. Kısas, had cezaları, harp hükümleri gibi ağır yaptırımlar, İslam’ın ceza adaletinde yer alır. Merhamet, suçlunun şahsına değil; toplumun genel maslahatı çerçevesinde uygulanır.

Kelam âlimleri ise, Allah’ın rahmetini inkâr etmeyen ama adaletle birlikte değerlendiren bir çizgi sunarlar. İmam Gazâlî, “Allah, rahmetinde sonsuzdur ama hikmeti rahmetinden ayrılmaz.” diyerek, bu dengeye işaret eder.

  1. Günümüz Uygulamaları: Seküler Şefkatin Felaketi

Modern zamanlarda “şefkat” ve “insan hakları” kavramları, çoğu zaman ilkesizce kullanılır. Bir teröriste gösterilen aşırı “hoşgörü”, onun kurbanlarını unutturur. Bir sapkına tanınan “özgürlük”, onun ifsat ettiği genç nesli yok sayar. Bu, Kur’anî şefkat değil; seküler vicdanın bulanıklığıdır. Rahmet, İlâhî nizama bağlı kalırsa anlam kazanır.

Sonuç:

Gerçek şefkat, hikmetle sınırlandırılmış ve ilahî adaletle dengelenmiş şefkattir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, şefkat Rahmeten li’l-Âlemîn olan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) seviyesini aşmamalı, Allah’ın rahmet ölçüsünü geçmemelidir. Aksi takdirde, şefkat adı altında zulüm yapılır; mazlumun hakkı zayi edilir. Kur’an bu konuda çok açıktır: Her şefkat hak edene, her azap da layık olana gider. Dengeyi bozan ise, merhamet değil, merhametsizlik yapar.

Özet:

Kur’an’da rahmet ve azap birlikte yürür. Gerçek şefkat, Allah’ın rahmetini taklit eden, ama onu geçmeyen şefkattir. Bediüzzaman bu çerçevede, bâtıla ve zalime karşı “şefkat” adı altında merhamet gösterilmesini ruhsal bir hastalık, kalbî bir sapma olarak tanımlar. Kur’an’daki ayetler ve fıkıh kaideleri de bu yaklaşımı destekler. Masumu korumayan her şefkat, adaletsizliğe kapı aralar. Bu yüzden şefkat, hikmetle yoğrulmalı ve hakikatin terazisinde tartılmalıdır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 3rd, 2025