Kur’an’ın Hıfzı mı, Risale-i Nur’un Hizmeti mi? – Tercih Değil, Tevhid Meselesi

Kur’an’ın Hıfzı mı, Risale-i Nur’un Hizmeti mi? – Tercih Değil, Tevhid Meselesi

“Bu defa mektubunuzda “Hıfz-ı Kur’an’a çalışmak ve Risale-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?” diye sualinizin cevabı bedihîdir. Çünkü bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’an’ındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur’an’ın hıfzı ve kıraatı, her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat Risale-i Nur dahi o Kur’an-ı Azîmüşşan’ın hakaik-i imaniyesinin bürhanları ve hüccetleri olduğundan ve Kur’an’ın hıfz ve kıraatına vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’an hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir.”
Kastamonu Lâhikası

Kur’an’ın Hıfzı mı, Risale-i Nur’un Hizmeti mi? – Tercih Değil, Tevhid Meselesi
Kastamonu Lâhikası Işığında Kur’an ve Risale-i Nur’un Hizmet Dengesine Dair Düşündürücü Bir Tahlil

Giriş:

İslamî hizmette öncelikler meselesi çoğu zaman zihinleri meşgul eder. Hangi ibadet, hangi hizmet daha efdaldir? Kur’an’ı hıfzetmek mi daha kıymetlidir, yoksa Risale-i Nur gibi Kur’an hakikatlerini tefsir eden eserlerle meşgul olmak mı? Bu soruya Bediüzzaman Said Nursî’nin Kastamonu Lâhikası’ndaki cevabı, meseleyi yalnızca bir “hangisi daha kıymetli” tercihinden çıkarıp, “ikisi nasıl bütünleşir” sorusuna dönüştürmektedir.

Çünkü mesele, iki ayrı fazilet arasında bir yarıştırma değil; vahyin lafzıyla mânâsı arasında kurulan muazzam bir dengeyi fark etme meselesidir.

  1. Kur’an’ın Hıfzı: Vahyin En Yüce Muhafazası

Kur’an, bizzat Allah tarafından korunmuş bir kitaptır.

> “Hiç şüphesiz, o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik; onu elbette biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9)

Bu koruma sadece lafzî olarak mushafların korunmasıyla sınırlı değildir. Asırlar boyunca milyonlarca mü’minin Kur’an’ı hıfzetmesi, bu ilahî taahhüdün bir tecellisidir. Kur’an’ın her harfi binler sevap kazandırır. Hıfz ise, bu sevabı sürekli bir sadaka-i câriye hâline getirir. Aynı zamanda Kur’an’la sürekli hemhal olan bir zihin ve kalp, ibadet şuurunu derinleştirir.

Dolayısıyla Kur’an’ı hıfzetmek, sadece bir ezber değil; bir teslimiyet, bir ubudiyet ve bir hayat boyu sürecek bir istikamet mektebidir.

  1. Risale-i Nur: Kur’an’ın Mânâlarını Hıfz Etmek

Bediüzzaman, Risale-i Nur’u Kur’an’ın hakikatlerini, yani iman esaslarını izah ve ispat eden bir mânâ tefsiri olarak konumlandırır. Risale-i Nur, Kur’an’ın lafzını değil; ruhunu, manasını ve maksadını bugünün insanına en güçlü şekilde ulaştıran bir vasıtadır. Kur’an lafzını hıfzetmek ne kadar faziletliyse, Kur’an’ın imanî hakikatlerini kavramak ve insanlara ulaştırmak da o kadar elzemdir.

Burada dikkat çekici olan, Risale-i Nur’un Kur’an’a hizmetkâr olmasıdır. Risale-i Nur, Kur’an’ın yerine geçmez; onu izah eder, tanıtır, sevdirir ve yaşatır. Dolayısıyla Risale-i Nur hizmeti, doğrudan doğruya Kur’an’a hizmettir.

  1. Tercih Değil Tevhid: İki Hizmetin İttihadı

Bediüzzaman, soruya “bedihîdir” diyerek cevap verirken; Kur’an’ın lafzını muhafaza ve kıraatini, her dönemde öncelikli bir hizmet olarak takdim eder. Fakat hemen ardından, Risale-i Nur’un da bu hizmete vesile ve yardımcı bir yönüyle, onunla birlikte yürütülmesini elzem görür.

Çünkü bir yanda ezberlenen ama manası kavranmayan Kur’an, şekilciliğe yol açabilir. Öte yanda derin manalarla meşgul olup Kur’an’dan kopmak, sahih bir kaynakla bağı koparır. Hakikat ise ikisinin birlikte yaşanmasındadır:

Kur’an hıfz edilir, zihin Kur’an’ın nuruyla parlar.

Risale-i Nur okunur, o nurun ne ifade ettiğini kalp ve akıl kavrar.

  1. Zamanın Hastalığına Göre Hizmetin Şekli

Bu zamanda en büyük hastalık iman zaafıdır. Nice insanlar Kur’an’ı güzel okur, hatta hıfzeder; fakat iman esaslarında şüpheler yaşar. Bediüzzaman bu noktada Risale-i Nur’un devreye girdiğini ifade eder. Yani bu eser, Kur’an’ı okumakla alınamayan manevî şifayı, aklî delillerle ve mantıkî isbatlarla takdim eder.

Dolayısıyla bu asırda Kur’an’ı anlamaya götürmeyen bir hıfz, manevî bakımdan eksik kalabilir. Aynı şekilde Risale-i Nur’u okuyup Kur’an’dan uzak kalmak da eksiktir. Doğru olan, lafzı hıfzetmek, manayı idrak etmek ve bu iki hizmeti birlikte yürütmektir.

  1. Hizmette Derece Değil, Niyet Esastır

Kur’an’ı hıfzetmek de, Risale-i Nur’u yazmak ve yaymak da, Allah için yapıldığında büyük bir ibadettir. Kimisi lafzı muhafaza eder, kimisi manayı yayar. Kimin hizmeti daha kıymetlidir, bunu ölçmek bizim değil, Allah’ın mizanıdır. Bizim vazifemiz, niyetimizi samimi tutmak, gayretimizi artırmak ve Kur’an’ın her yönüne sadakatle hizmet etmektir.

Sonuç:

Kur’an’ın hıfzı, lafzî bir ibadettir; Risale-i Nur ise, Kur’an’ın mânâlarına giden yolu açan manevî bir hizmettir. Bediüzzaman bu ikisini birbirine karşı değil, birbirinin tamamlayıcısı olarak görür. Kur’an hıfzına öncelik verir; ama Risale-i Nur’u da bu hıfzın mânâ boyutuna hizmet eden vazgeçilmez bir tefsir olarak değerlendirir. Bu çağda ihtiyaç; ikisini birlikte kuşanmak, Kur’an’ı hem ezberleyip hem anlayarak yaşamaktır.

Özet:

Kur’an’ın hıfzı her zaman üstün ve öncelikli bir ibadettir. Risale-i Nur ise, Kur’an’ın imanî hakikatlerini izah eden bir tefsirdir. Bediüzzaman, bu iki hizmeti karşı karşıya değil, birbirini tamamlayan hizmetler olarak görür. Bu zamanda Kur’an’ı hıfz edip, Risale-i Nur’la manalarını kavramak en kâmil yoldur. Tercih değil, tevhit esastır. İkisini birlikte yaşamak, Kur’an’a en layık hizmettir.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 3rd, 2025