Küfrün Zulmü, Şefkatin Sınırı ve İlâhî Adalet
Küfrün Zulmü, Şefkatin Sınırı ve İlâhî Adalet
“Risale-i Nur’da kat’iyetle ispat edilmiş ki küfür ve dalalet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref’ine ve âfatın nüzulüne vesiledir. Hattâ deniz dibinde balıklar, canilerden şekva ederler ki “İstirahatimizin selbine sebep oldular.” diye rivayet-i sahiha vardır. O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkate lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir.
Yalnız bu var ki müstahaklara âfat geldiği zaman masumlar da yanarlar, onlara acımamak olmuyor. Fakat canilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.”
Kastamonu Lâhikası
Giriş: İnsan fıtratı gereği şefkate meyillidir. Hatta bazen bu şefkat, hak ile bâtılı ayırt etmeyen bir merhamet zannına dönüşebilir. Oysa gerçek şefkat, adaleti gözeten, hakikati koruyan ve zulmün karşısında duran bir duygudur. Risale-i Nur’un Kastamonu Lâhikası’nda geçen veciz ifadeler, bu meseleyi derin bir hikmet süzgecinden geçirerek izah etmektedir.
Küfür ve Dalaletin Kâinattaki Yansıması: Risale-i Nur’da küfür ve dalalet sadece bireysel bir sapma olarak değil, aynı zamanda kâinata karşı işlenen büyük bir hürmetsizlik ve zulüm olarak tarif edilir. Çünkü kâinatın her bir zerresi, Allah’ın varlığını ve birliğini ilan eden birer memur, birer delildir. Bu delilleri susturmak, görmezden gelmek ya da inkâr etmek; yalnızca kendi nefsine değil, bütün mevcudata karşı işlenmiş bir saygısızlıktır.
Küfür, hakikati inkâr ederek her bir varlığın Allah’la olan bağını koparır. Varlığı başıboş ve gayesiz ilan eder. Böylece en yüce anlamlara sahip mahlûkatı, değersiz birer cisim yığınına indirir. Bu ise büyük bir tahkirdir, bir hakaret ve zulümdür. Nitekim rivayetlerde, deniz dibindeki balıkların dahi fasık ve canilerden rahatsızlık duyup şekva ettikleri bildirilir. Demek ki günah ve küfür sadece insanlar arasında değil, bütün mahlûkat nazarında da bir azaptır, bir fesattır.
Şefkatin Yönü ve Gerçek Merhamet: İnsan bazen kâfirin veya zalimin cezasına acıyabilir. Fakat bu acıma hissi, hakikatten uzaklaştığında adaleti incitir, masumların hakkını çiğner. Çünkü küfür ve zulüm, sadece bir şahsı değil, bir cemiyeti, bir ekosistemi, hatta kainatı ifsad eder. Bu nedenle, hakikatte zalime acımak, masumlara zulmetmek demektir. Zira zalimin serbest kalması, mazlumların daha fazla acı çekmesine yol açar.
Risale-i Nur bu noktada çok net bir çizgi çizer: “Kâfirin azabına acıyan adam, hadsiz masumlara merhametsizlik eder.” Bu cümle, şefkatin hangi istikamette doğru olduğunu gösterir. Gerçek şefkat, ilahi adaletin tecellisine yardımcı olmakla olur; bâtılı mazur görmekle değil.
Masumların İmtihanı ve İlâhî Merhamet: Elbette ki toplu musibetler geldiğinde, yalnızca suçlular değil; arada kalan bazı masumlar da zahiren zarar görürler. Bu durum, insan vicdanını sızlatabilir. Fakat burada da ince bir ilahî hikmet ve gizli bir rahmet vardır. Çünkü o masumlar, uhrevî mükafatla, ebedî saadetle taltif edilirler. Dünyada yaşadıkları zorluk, onların manevi derecelerini yükseltir. Yani zahiren ziyan, hakikatte rahmettir. İmtihanın hikmeti gereği, masumlar da musibetlerden nasibini alır, fakat bu nasip onların zararına değil, lehinedir.
Sonuç: Küfür ve dalalet, sadece bireyin değil, bütün mevcudatın hukukunu çiğnemek demektir. Bu yüzden ilahi adaletin bir gereği olarak, ceza görmeleri kaçınılmazdır. Gerçek şefkat, bu adaleti desteklemekle mümkündür. Aksi takdirde, bâtılın propagandasına dönüşen bir duygusallık olur. Risale-i Nur’un bu konudaki yaklaşımı, duygularımıza hikmetle istikamet vermekte ve şefkati adaletle barıştırmaktadır.
Özet: Küfür ve dalalet, kâinattaki bütün varlıklara hakaret ve zulüm anlamına gelir. Kâfirin cezasına üzülmek, aslında ondan zarar gören sayısız masuma merhametsizliktir. Toplu musibetlerde zarar gören masumlar ise, ilahî adalet gereği uhrevî bir lütfa mazhar olurlar. Gerçek şefkat, hakikati gözeten, bâtılı mazur görmeyen ve adaletle bütünleşen bir merhamettir.