Hakikat Bizim Sırtımızı Yasladığımız Dağdır: Müslümanın Yalanda Yeri Yoktur
Hakikat Bizim Sırtımızı Yasladığımız Dağdır: Müslümanın Yalanda Yeri Yoktur
> “Biz ki hakikî Müslümanız. Aldanırız; fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz. Zira biliyoruz ki: اِنَّمَا الْحِيلَةُ فٖى تَرْكِ الْحِيَلِ – Hileden kurtulmanın hilesi, hileyi terk etmektir. Tebeddül-ü esmâ ile hakâik tebeddül etmez.”
– Bediüzzaman Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfî
Hakikî Müslüman: Aldanabilir, Ama Aldatamaz
Bu cümle, sadece bir şahsî duruşu değil, aynı zamanda İslâm ahlâkının omurgasını ilan eder: Doğruluk.
Bir Müslüman, düşebilir, yanılabilir, hatta kandırılabilir. Fakat yalanı meslek edinemez. Aldatma onun mizacında yer bulamaz. Çünkü onun kalbinde “Sıdk” yerleşmiştir. Bediüzzaman’ın bu ifadeleri, İslam ahlâkının temelini oluşturan “emanet, sadakat, sıdk ve ihlas” kavramlarını adeta tek cümlede özetlemektedir.
Dünyada bugün her şeyin pazarlanabilir hâle geldiği, kelimelerin mânâsızlaştığı, yalanın meşrulaştığı bir çağda yaşıyoruz. Hatta “hakikat ötesi” denilen bir dönemden bahsediliyor: Gerçekler değil, algılar hâkim kılınıyor. İşte bu çağda Müslüman’a düşen en büyük sorumluluk; hakikati olduğu gibi söylemek ve yaşamaktır. Çünkü Müslüman, hakikatin temsilcisidir.
> “Doğru sözlü olun. Zira doğruluk hayra, hayır da cennete götürür…”
(Buhârî, Edeb 69)
Bir Hayat İçin Yalana Tenezzül Edilmez
Birçok insan, menfaat uğruna gerçeği eğip büker. Hayatını korumak, malını kazanmak, mevki elde etmek için yalana başvurur. Oysa Bediüzzaman diyor ki:
“Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.”
Bu söz, imanın izzetini, ahlâkın vakarını temsil eder. Çünkü Müslüman bilir ki; yalanla kurtulunan bir hayat, aslında helakın başlangıcıdır.
Bugün pek çok siyasi, ekonomik ve toplumsal yapı; hile, sahtekârlık ve manipülasyon üzerine kurulmuştur. Hatta bazı çevrelerde “başarının yolu yalandan geçer” zannedilmektedir. Fakat Müslüman, bu bataklığa bulaşmaz. O bilir ki:
> اِنَّمَا الْحِيلَةُ فٖى تَرْكِ الْحِيَلِ
(Hileden kurtulmanın hilesi, hileyi terk etmektir.)
Bu ne büyük bir veciz sözdür! Yani akıllılık hileyle değil, doğrulukla olur. Gerçek maharet, yalanla kıvırmakta değil, dosdoğru olmaktadır.
İsimler Değişse de Hakikat Değişmez
Zamanın değişmesi, isimlerin süslenmesi, etiketlerin çoğalması hakikatin özünü değiştirmez.
“Tebeddül-ü esmâ ile hakâik tebeddül etmez.”
Yani bir nesneye başka bir isim takmak, onun özünü değiştirmez.
Bugün “özgürlük” diyerek ahlâksızlığı, “sanat” diyerek hakareti, “özgür basın” diyerek yalanı, “modernlik” diyerek köksüzlüğü meşrulaştırmaya çalışan bir zihniyet var. Fakat isimler ne kadar değişirse değişsin, yalan yine yalandır, haram yine haramdır, hakikat yine hakikattir.
Bir topluma “faiz”i “finansal özgürlük”, “zina”yı “bireysel tercih”, “yalan haber”i “görüş beyanı” olarak sunmak; yalnızca isim oyunudur. Ama isim değişince hakikat değişmez.
İslâm ahlâkı, şekil değil; özdür. Görüntü değil; gerçektir.
Müslüman’ın Ahlâkı Devletin Temelidir
Bediüzzaman’ın bu ifadeleri, sadece ferdî ahlâk için değil, toplumun tüm yapısı için de geçerlidir. Bir ülke; hakikati eğip büken yalanla, hileyle, sahte hukukla yönetiliyorsa orada sadece adalet değil, huzur da çöker.
Müslüman bir idarecinin veya toplumun her bir ferdi şunu bilmelidir:
Yalancının düzeni olmaz. Hilenin sonu hüsrandır. Hakikat ise ne kadar acı olsa da şifadır.
Özet
Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb-i Örfî’deki bu sözü, İslam ahlâkının temel taşlarını özetler: Müslüman aldanabilir ama aldatmaz; bir hayat için bile yalana başvurmaz. Gerçek mümin, doğrulukla yaşar, hileyle kurtuluş aramaz. “Hileden kurtulmanın hilesi, hileyi terk etmektir” sözüyle hakikate sımsıkı sarılır. Günümüzde kelimelerin maskelendiği, hakikatlerin bozulduğu bir çağda, Müslüman’ın görevi; hakikati değiştirmeden yaşamak ve yaşatmaktır. Çünkü isimler değişse de hakikat değişmez. Ve bu hakikat, İslâm’ın özüdür.