Yanlışı Düzelt, Hakikati Yıkma: Din, Hürriyet ve Kardeşlik Üzerine Düşünceler
Yanlışı Düzelt, Hakikati Yıkma: Din, Hürriyet ve Kardeşlik Üzerine Düşünceler
“Türkler ve Kürdler! İnsaf ediniz. Bir râfızî bir hadîse yanlış mana verse veya yanlış amel etse; acaba hadîsi inkâr etmek mi lâzımdır, yoksa o râfızîyi tahtie edip namus-u hadîsi muhafaza etmek mi lâzımdır? Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahâne serbest olsun.
لاَ يَجْعَلْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ
nehyinin sırrına mazhar olsun.”
Münâzarât
Bazı insanlar vardır ki; birinin hatasını gördüğünde, o hatanın kaynağını değil, tüm sistemi, tüm yapıyı, hatta bazen tüm dini suçlar. Bu hem aklî, hem ahlâkî, hem de hukukî bir zulümdür.
Bediüzzaman Said Nursî, bu yanlış tutuma şöyle seslenir:
> “Bir râfızî bir hadîse yanlış mana verse veya yanlış amel etse; acaba hadîsi inkâr etmek mi lâzımdır, yoksa o râfızîyi tahtie edip namus-u hadîsi muhafaza etmek mi lâzımdır?”
Yani bir kişi bir hadis-i şerifi yanlış anladı diye, hadisi toptan reddetmek mi gerekir? Hayır. Doğru olan, kişinin yanlışını tashih etmek, ama hakikatin kendisine saldırmamaktır.
❖ Kişisel Hatalar, Evrensel Doğruları Bozmaz
Bir doktor yanlış tedavi yaptı diye, tıbbı toptan inkâr edemeyiz.
Bir öğretmen hata etti diye, tüm eğitimi karalayamayız.
Bir müslüman yanlış yaptı diye, İslâmiyet’i suçlayamayız.
> Zira hakikat kişisel zaaflarla lekelenmez, fakat cehaletle inkar edilir.
Bu bakış, bireysel hatayla evrensel hakikati birbirinden ayırmayı gerektirir. Yoksa, hem adalet zedelenir, hem de ilim ve iman perişan olur.
❖ Gerçek Hürriyet: Tahakkümsüzlük ve Hukukun Üstünlüğü
Bediüzzaman devam eder:
> “Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin.”
Gerçek hürriyet; bir başkasına hükmetmek, onu susturmak, bastırmak değildir.
Gerçek hürriyet; herkesin meşru sınırlar içinde özgür olması, kimsenin kimseye rablik (ilahî otorite) taslamamasıdır.
Bu anlayış, Kur’an’daki şu ayetin tecellisidir:
> “لَا يَجْعَلْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ”
“Birbirinizi Allah’tan başka rabler edinmeyin.” (Âl-i İmrân, 64)
Bu ayet, sadece şirkle ilgili değil; toplum içi tahakküm, zorbalık, despotluk gibi beşerî sapmaları da hedef alır.
❖ Türkler ve Kürtler’e Ortak Bir Çağrı: Kardeşlik ve Adalet
Bu pasajda dikkat çekici bir husus da, doğrudan Türkler ve Kürtlere hitap edilmesidir. Zira o dönemin sosyo-politik şartlarında bu iki millet arasında:
Hatalar genelleniyor,
Bireysel suçlar topluma mal ediliyor,
Farklılıklar düşmanlığa dönüştürülmek isteniyordu.
Bediüzzaman bu fitneyi ilmen ve hikmetle şöyle durdurur:
> “Bir hata gördünüz mü, onu düzeltin; ama hakikati inkar etmeyin. Birinin hatasıyla milleti mahkum etmeyin. Herkes meşru dairede serbest olsun, kimse kimseye rablik etmesin.”
❖ Ne Yapmalı?
- Hata ile hakikati ayırmayı öğrenmeliyiz. Kişinin yanlışını, ilmin ve dinin kusuru gibi göstermemeliyiz.
- Hürriyeti, başkasına tahakküm değil; adalet içinde yaşama serbestisi olarak anlamalıyız.
- Kürt-Türk, Arap-Acem, doğulu-batılı ayrımı değil; ümmet bilinci ve insanlık ortak paydasını esas almalıyız.
- Birbirimize rablik taslamaktan, yani tahakküm kurmaktan uzak durmalıyız. Herkesin fikir ve vicdan hürriyetini meşru dairede tanımalıyız.
Özet:
Bir kişinin hatası, hakikatin kendisini iptal etmez. Bediüzzaman, bir râfızînin hadisi yanlış anlamasını örnek vererek, hatalı yorumu reddetmekle yetinip, hadisi savunmamız gerektiğini vurgular. Gerçek hürriyet, kimsenin başkasına tahakküm etmediği, herkesin meşru dairede özgür olduğu düzendir. Türkler ve Kürtler’e çağrısı ise; adalet, kardeşlik ve hakikate sadakat üzerinedir. Çünkü hakikati yaşatmak, bireyin değil, tüm toplumun mesuliyetidir.