Vicdanın Ziyası ile Aklın Nuru: İki Kanatla Yükselen İnsan
Vicdanın Ziyası ile Aklın Nuru: İki Kanatla Yükselen İnsan
“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”
Münâzarât
İnsan hem akıl hem kalp taşıyan bir varlıktır. Yani sadece düşünen bir mahlûk değil, aynı zamanda hisseden, inanan ve yönelen bir ruhtur. Onun için yalnızca akılla ya da sadece kalple yol alınamaz. Bu ikisini birlikte çalıştırmak, hem dünya hem ahiret saadeti için elzemdir.
Bediüzzaman Said Nursî, bu hakikati şu cümleyle özlü bir şekilde ifade eder:
> “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder.”
Bu ifadede geçen her kelime; insana, topluma ve eğitim anlayışına ışık tutan bir anahtardır.
❖ Vicdanın Ziyası: Din İlminin Ruh Aydınlığı
Vicdan, insanın iç sesidir. Hakla batılı ayırt etmesine yarayan, fıtrî bir pusuladır. Ancak bu pusula yönünü bulmak için ilahi bilgilerle aydınlanmaya muhtaçtır. Çünkü vicdan, kendi başına mutlak doğruyu her zaman bilemez. İşte bu noktada ulûm-u diniye, yani dinî ilimler devreye girer. Kur’an’ın rehberliği, peygamberin sünneti ve ilim ehlinin beyanı vicdanı aydınlatır. Böylece insan, sadece kendi hevasına değil, ilahi ölçülere göre hareket eder.
❖ Aklın Nuru: Medenî Fenlerle Maddeyi Anlamak
Akıl ise madde âlemini, tabiat kanunlarını, teknik ilerlemeleri idrak eden bir güçtür. Fünûn-u medeniye, yani modern fen bilimleri; aklın eline maddî kudret verir. Coğrafya, fizik, biyoloji, astronomi gibi bilimler, Allah’ın kainattaki san’atını çözmekte birer vasıtadır. Ama eğer bu bilgiler vicdanın denetimi ve dinin rehberliği altında olmazsa; insan aklını gurura kaptırır, ilmi putlaştırır, hakkı değil menfaati arar.
❖ İki Kanatla Yükselmek: Hakikatin Tecellisi
İşte insan, vicdanın ziyası ile aklın nurunu birleştirdiğinde, yani hem din ilimleriyle kalbini hem fen ilimleriyle zihnini beslediğinde hakikate ulaşır. Bu iki kanat, insana kemal verir. İnsanı, sadece bilen değil, aynı zamanda ahlaklı ve hikmetli yapan da bu sentezdir.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
> “O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder.”
Yani hakiki bir öğrenci –ya da insan– hem dinî ilimleri hem fen bilimlerini birlikte öğrenirse, gerçek anlamda yükselir, ilimde derinleşir, ahlakta olgunlaşır ve medeniyette dengeli bir yol tutar.
❖ Ayrıldıkları Vakit Ne Olur?
Bu iki alan birbirinden ayrıldığında ise ortaya felaket çıkar:
> “Birincisinde taassub, ikincisinde hile ve şüphe tevellüd eder.”
Dinî ilimler akıldan, bilimden ve gerçeklikten uzak tutulursa, zamanla taassuba, körü körüne bağnazlığa dönüşür. Vicdan karanlıklaşır, merhamet dahi şekilcilik altında ezilir.
Fen ilimleri ise inançtan ve ahlaktan soyutlandığında, hilekâr, şüpheci ve ahlaktan yoksun bir zihin üretir. Bu da zulmün, sömürünün ve ahlaksız teknolojilerin doğmasına neden olur.
Sonuç ve Özet:
Bediüzzaman’ın “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir; aklın nuru, fünûn-u medeniyedir” sözü; insanî kemalin ve toplumsal dengenin formülüdür. Dinî ilimler kalbi ve vicdanı, fen ilimleri ise aklı ve bedeni besler. Bu iki alan birleştiğinde insanlık yükselir, ayrıldığında ise biri bağnazlığa, diğeri ahlaksızlığa düşer. Gerçek terakki; kalple aklın, imanla ilmin birlikte yürümesidir.