Tenkidin Zehri, İmanın Zırhı: Cerbezeye Karşı Hikmetli Sükûnet
Tenkidin Zehri, İmanın Zırhı: Cerbezeye Karşı Hikmetli Sükûnet
“En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinat eden tenkiddir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikatı rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrip eder, parçalar. O müthişin en müthişidir ki, akaid-i îmâniyeye ve mesâil-i diniyeye girse. Zira îman hem tasdik, hem iz’an, hem iltizam, hem teslim, hem mânevî imtisaldir. Şu tenkid; imtisali, iltizamı, iz’anı kırar. Tasdikte de bîtaraf kalır.
Şu zaman-ı tereddüt ve evhamda, iz’an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nurânî sıcak kalblerden çıkan müsbet efkârı ve müşevvik beyanatı, hüsn-ü zan ile temâşâ etmek gerektir. “Bîtarafane muhakeme” dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedi ve müşteri olan yapar.”
Hutbe-i Şamiye
İnsanoğlu düşünür, değerlendirir, sorar, eleştirir. Bu yönüyle akıl, hakikate ulaşmak için bir pusuladır. Lakin her pusula doğruyu göstermez; hele içine cerbeze (aklı eğip bükme) ve gurur (benlik ve kibir) karıştıysa, akıl hakikate değil, felakete rehberlik eder. Bediüzzaman bu noktada çok önemli bir tesbitte bulunur:
> “En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinat eden tenkiddir.”
Yani bizim en büyük felaketimiz, eleştirinin insaf ve hikmetten kopup gurur ve cerbezenin hizmetine girmesidir. Çünkü böyle bir tenkit, yapıcı değil, yıkıcıdır; arayı bulmaz, bağı koparır; hakikati cilalamaz, parçalar.
Eğer tenkidi insaf yönetirse, yani adaletli bir vicdan ve objektif bir kalple yapılırsa, bu eleştiri hakikati rendeçler. Yani hakikat daha da parlayarak ortaya çıkar. Fakat eğer bu eleştiri gurur ile, yani nefsin üstünlük iddiası ve başkalarını küçümseme sevkiyle yapılırsa, yıkıcı bir baltaya dönüşür. Özellikle bu hal, iman esaslarına ve dinî meselelere bulaşırsa, zararı kat kat artar.
Çünkü iman; sadece “doğrudur” demek değil, aynı zamanda:
Tasdik: Onaylamak,
İz’an: Derin bir anlayışla kavramak,
İltizam: Bütün varlığıyla sahiplenmek,
Teslim: Allah’a tam bir boyun eğişle kabul etmek,
İmtisal: O hakikate göre yaşamak demektir.
İşte cerbezeli tenkit, bu kalbî ve ruhî bağları koparır. “Tasdikte de bîtaraf kalır” ifadesi, aslında bu tür bir eleştirinin kişiyi imanla küfür arasında askıda bıraktığını gösterir. İmanı ne tam reddeder ne de tam kabul eder; bulanık bir zihin ve kararsız bir kalp hâlinde bırakır.
Bîtaraflık Görünümlü Şüphecilik
Zamanımızın modası olan “tarafsızlık” ve “eleştirel düşünce” adı altında birçok zihin, aslında muvakkat (geçici) bir dinsizlik sürecine sürüklenmektedir. Bediüzzaman bu hâli şu cümleyle özetler:
> “‘Bîtarafane muhakeme’ dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir.”
Çünkü gerçek iman, sadece fikirle değil, kalp, ruh ve vicdanın da dâhil olduğu bütüncül bir teslimiyetle mümkündür. Tarafsızlık kisvesi altında yapılan ölçüsüz sorgulamalar, bu bütünlüğü parçalar. Neticede insan ya şüpheye düşer ya da duyarsızlaşır. Ancak bazıları bu sürecin sonunda yeniden mühtedi olur; yani iman eder, bağlanır, sahiplenir. Lakin bu her zaman böyle olmaz; çoğu zaman geriye soğuk, şüpheci ve yorgun bir zihin kalır.
Bu sebeple Bediüzzaman, imanı kuvvetlendiren müsbet ve müşevvik beyanları, özellikle buhrana düşen zamanlarda hüsn-ü zanla dinlememizi tavsiye eder. Çünkü bu beyanlar, nurânî ve sıcak kalplerden çıkar. İmanın köküne, ruhun özüne hitap eder. Tenkid değil teşvik eder, karartmaz aydınlatır, uzaklaştırmaz yaklaştırır.
Sonuç ve Özet
Bu makalede üç temel mesaj öne çıkmaktadır:
- Tenkid, eğer cerbeze ve gurura dayanırsa, yıkıcı olur; insafla yapılırsa hakikati parlatır. Bu, özellikle dinî meselelerde büyük bir tehlike arz eder.
- İman sadece aklî bir onay değil; kalbî, ruhî ve fiilî bir bağlanmadır. Cerbezeli eleştiri, bu bağları koparır; kişiyi kararsız, soğuk ve imansız hâle getirir.
- Bu zaman, şüphe ve evham zamanı olduğu için, imanı kuvvetlendiren, kalpten çıkan müşevvik (teşvik edici) sözleri hüsn-ü zan ile dinlemek gerekir. “Tarafsız muhakeme” iddiası çoğu zaman, geçici de olsa, bir nevi inançsızlık hâlidir.
Özet:
Makale, eleştirinin cerbeze ve gururla birleştiğinde yıkıcı bir hastalığa dönüştüğünü, özellikle imanî hakikatler karşısında bu tavrın insanı şüpheye ve kalbî kuruluğa sürüklediğini anlatır. İmanın sadece akılla değil, kalp ve teslimiyetle birlikte bir bütün olduğunu; bu bütünlüğü korumanın ise insaf, hüsn-ü zan ve müşevvik sözlerle mümkün olduğunu anlatır. “Tarafsızlık” adı altında yapılan tenkitlerin çoğu zaman geçici bir dinsizlik hâli olduğunu da ihtar eder.