Siyasî Değişim Karşısında Din Korkusu ve Taklidin Zayıf İnancı

Siyasî Değişim Karşısında Din Korkusu ve Taklidin Zayıf İnancı

Bediüzzaman Said Nursî’nin Münâzarât adlı eserindeki şu keskin tahlil, siyasî ve toplumsal dönüşümler karşısında gösterilen dinî reflekslerin mahiyetini derin bir şekilde sorgular:

> “İnkılâb-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi; beytü’l-ankebût gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur.. takliddir, onu telaşa düşürttürür. Zira itimad-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar.”

Bu ifade, hakiki din ile şekilci taklit din anlayışı arasındaki farkı gösterdiği gibi, kişisel inanç olgunluğunun siyasî gelişmeler karşısındaki sabır ve metanet üzerindeki etkisine de işaret eder. Bu yazıda bu hikmetli cümleleri merkeze alarak birkaç önemli meseleyi ele alacağız: Taklit imanı, siyasetten kaynaklı din korkusu, devlet-din ilişkisi, ve kişilik inşasında iman-şuur bağı.

  1. Dinî Endişenin Gerçek Kaynağı: Taklit ve Cehalet

İnsanı inkılaplardan korkutan şey çoğu zaman değişimin kendisi değil, zihnindeki belirsizliklerdir. Eğer bir insan, dinini hakkıyla tanımamışsa, yani taklitten öteye geçememişse; dinin kökleri onun benliğine inmeyip sadece geleneksel bir kalıba sıkışmışsa, en ufak siyasî değişimde paniğe kapılır. Zira onun din anlayışı, kendi iç muhkemliğine değil, dış yapılarla ayakta durmaktadır.

Bediüzzaman bu durumu beytü’l-ankebût yani “örümcek ağına benzeyen zayıf bir inanç” olarak tasvir eder. Kur’ân-ı Kerim de aynı benzetmeyi kullanır:
“Evlerin en zayıfı şüphesiz ki örümcek evidir.” (Ankebut, 41)

Taklit, akıl yürütmeden, sorgulamadan, derinlemesine anlamadan inanma halidir. Bu tür bir iman, dış desteğe bağımlıdır; içten bir dayanıklılık üretmez. Bu yüzden taklit imanı, dış koşullarla sarsılır; iktidar değişse din de zarar görecek zanneder.

  1. Din Hükümetten Gelmez, Hükümetle Gitmez

Bediüzzaman burada çok kritik bir yanlış anlayışı teşhir eder: “Saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannetmek.” Yani dinî yaşantının, ahlâkın, hatta hidayetin kaynağını devlet zanneden bir zihin yapısı.

Bu anlayış, dinin kaynağını Allah yerine devlette görmek gibi bir sapmadır. Hâlbuki Kur’an ve Sünnet, dinin kaynağının ilahi vahiy olduğunu açıkça bildirir. Devlet dine hizmet eder, dinin kaynağı olmaz.

Eğer bir toplumda dinin muhafazası, sadece mevcut sistemin ayakta kalmasına bağlı görülüyorsa, bu dine değil sisteme tapınma tehlikesidir. Oysa hakiki iman; iktidarlar yıkılsa da, rejimler değişse de ayakta kalır. Sahabe, zorluk ve işkence içinde yaşadığı hâlde imanından taviz vermedi. Çünkü onların imanı, kalbin derinliğinde kökleşmişti; bir makamdan, bir düzenin varlığından değil.

  1. Acz, Korku ve İman Güvenliği

Bediüzzaman bu korkunun kaynağını “itimat-ı nefsin fıkdanı ve aczin vücudu” şeklinde açıklar. Yani kişi, kendine güvenmediği için dış yapıları destek olarak görür. Bu da acziyetin bir tezahürüdür.

Oysa iman, sahibine özgüven kazandırır. “Benim Rabbim var” diyen bir kalp, fırtınalar karşısında bile sarsılmaz. Nitekim Hz. İbrahim, Nemrut’un ateşi önünde; Hz. Musa, Firavun’un ordusu karşısında sarsılmadı. Çünkü iman, onları devletten ya da dış yardım değil, Allah’a dayanarak ayakta tuttu.

  1. Fikir Özgürlüğü ve Şuurla Dindarlık

Siyasî dönüşümler, inanç sahipleri için bir turnusol görevi görür. Kimisinin inancının derinliğini ortaya çıkarır; kimisinin de inancının yüzeyselliğini. Dini hakikaten bilen ve yaşayan, siyasî türbülanslarda sabitkadem olur. Taklit ehli ise ya paniğe kapılır ya da saf değiştirir.

Gerçek dindarlık, siyasî atmosferin sıcaklığına göre şekil alan bir kılık değil, her şartta sabit kalan bir duruştur. Bunun için bireyin inancını derinleştirmesi, cehaletten kurtulması ve dinî hakikatleri bizzat araştırarak, düşünerek, kalbine sindirerek öğrenmesi gerekir.

Sonuç: Hakiki İman Değişimlerden Korkmaz

Siyasî inkılaplar, rejim değişiklikleri veya iktidar devirleri, hakiki imanı etkilemez. Ancak taklit ehli için her değişim bir tehdit gibi görünür. Çünkü onlar dinin gücünü değil, sistemin himayesini din zanneder. Oysa din, Allah’ın koruması altındadır. Onun sahibi Allah’tır. İman, devletten değil, Kur’an’dan ve Resûlullah’tan alınır.

Bu yüzden hakiki mü’min; imanını siyasî sistemlerden değil, ilahî kelamdan alır. Bu iman neyle beslendiğini bilir. Böylece kalbi hükûmetin kesesinde değil, Rabbin rahmetinde bulur.

Özet:

Bu makalede, Bediüzzaman’ın “İnkılâb-ı siyasî cihetiyle dininden havf eden adamın dinde hissesi beytü’l-ankebût gibidir” sözünden hareketle; siyasî değişimlere karşı duyulan dinî korkuların temelinde taklit, cehalet ve özgüven eksikliğinin yattığı anlatıldı. Gerçek imanın dış desteklere değil, iç şuur ve hakikate dayandığı belirtildi. İmanın gücü, iktidarlardan değil, Rabbin yardımından gelir. Bu nedenle dinin dayanağı hükümet değil, Kur’an ve sünnettir. Hakiki iman değişimlerden korkmaz, aksine değişen şartlarda bile hakikate sımsıkı sarılır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 2nd, 2025