Parlayan Camlar, Paslı Elmaslar ve Kör Gözlerin Hakikati: Zihinlerdeki Perdeler ve Kalplerdeki Nurlar
Parlayan Camlar, Paslı Elmaslar ve Kör Gözlerin Hakikati: Zihinlerdeki Perdeler ve Kalplerdeki Nurlar
“Paslanmış bîhemta bir elmas, dâima mücellâ cama müreccahtır.”
“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir; göz ise mâneviyatta kördür.”
“Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikata inkılab eder; hurâfata kapı açar. “
“İhsân-ı İlâhî’den fazla ihsan, ihsan değildir. Her şeyi, olduğu gibi tavsif etmek gerektir.”
Hutbe-i Şamiye
- Paslı Elmas ile Parlak Cam: Şekle Aldanmak Hakikati Kaybettirir
Bediüzzaman’ın “Paslanmış elmas, mücellâ camdan üstündür” sözü, çok katmanlı bir hakikat taşır. Bugünün dünyasında parlak camlar yani şekilsel güzellikler, geçici başarılar, gösterişli yaşamlar övülürken, içerideki hakikatler ve kıymetli mânâlar göz ardı edilmektedir. Oysa bir hakikat, zamanla perdelenmiş, hatta örselenmiş olsa bile, özü itibariyle sahte ve parlatılmış bir görüntüden kat kat daha değerlidir.
Bu anlayış, kişinin iç dünyasına da topluma da bakışını değiştirir. Zira:
Bir insan, ne kadar hata yaparsa yapsın, içinde bir iman cevheri varsa hâlâ umuttur.
Bir medeniyet, ne kadar yıpranmış olursa olsun, köklerinde adalet, ahlak, hakikat varsa onarıma layıktır.
- Maddede Boğulan Akıl, Gözde Körleşir
> “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir; göz ise mâneviyatta kördür.”
Bediüzzaman, materyalist düşüncenin en temel zaafına işaret eder: Sadece görüleni gerçek kabul etmek. Oysa gerçeklik yalnızca maddeyle sınırlı değildir; sevgi görünmezdir, merhamet tartılmaz, ahlak laboratuvara sığmaz, ruh mikroskopla bulunmaz.
Gözle değil, kalple ve vicdanla bakmayı unutan bir çağda, maneviyat körlüğü almış yürümüştür. Bugün teknoloji ilerlese de kalpler çökmüş, konfor artsa da huzur kaybolmuştur. Çünkü asıl gerçeklik, görünmeyen ama hissedilen, maddede değil, mânâda saklıdır.
- Mecazdan Hurafeye: Cehlin Elinde Kaybolan Hakikat
> “Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikata inkılab eder; hurâfata kapı açar.”
Bediüzzaman burada çok zarif ama önemli bir farkı dile getirir: Mecaz, eğitilmiş akıl için bir anahtardır; eğitilmemiş zihin içinse bir uçuruma dönüşebilir.
Kur’ân’da, hadislerde, hatta tasavvufta yer alan sembolik anlatımlar, mecazî ifadeler; bir ilim ehlinin elinde derinlemesine tefekküre açılan kapılar olurken; cehlin elinde gerçekmiş gibi anlaşılıp hurafeye dönüşebilir. Bu yüzden bilgi, rehbersiz bırakılmamalı; mecaz, hakkıyla anlaşılmadığı takdirde, mânâyı karartır.
- İhsan Sınırında Denge: Fazla Lütuf da Zarardır
> “İhsân-ı İlâhî’den fazla ihsan, ihsan değildir.”
Bu cümle, hem ilâhî adalete güveni hem de had bilmenin hikmetini öğretir. Allah’ın verdiğinden fazlasını istemek ya da göstermeye çalışmak, insanı suni beklentilere ve nankörlüğe sürükler. Aynı zamanda bu ifade, hem bireyin hem toplumun sınır bilmesini tavsiye eder:
Allah bir kuluna fakirlik vermişse, onda bir hikmet vardır.
Bir kavme sabır yüklemişse, bir cevher saklıdır.
Bazen eksiklik gibi görünen hâl, aslında bir ihsanın iç yüzüdür.
İşte bu yüzden her şeyi olduğu gibi görmek, Allah’ın takdirini olduğu gibi kabul etmek, hakikate giden yoldur.
Özet:
Bu pasajlar, insanı hem bireysel hem zihinsel hem de toplumsal anlamda sarsan derin hakikatler sunar. Gerçek kıymet, parıltıda değil özde saklıdır. Maddede boğulan göz, mânâya kör olur. İlmin derinlik gerektiren mecazlarını cahilce okumak, hakikati hurafeye çevirir. Ve ilâhî dengeyi zorlamak, ihsanı israfa dönüştürür. Bu nedenle insan, zihin ve kalp arasında denge kurarak, hakikati şekilden ayırmalı, görünene değil, özü fark etmeye çalışmalıdır. Zira Allah katında değer, gösterişte değil, hakkı tanıyıp ona teslimiyette saklıdır.