Parlak İsimli Cehalet: Zulmet-i Münevvere ve Akıl Aldatmacası
Parlak İsimli Cehalet: Zulmet-i Münevvere ve Akıl Aldatmacası
“Zulmet-i münevvere
Efkâr-ı hâzırada cehl-i basiti cehl-i mürekkebe kalbeden en mühim sebep; meçhul bir şeye parlak bir isim takmakla anladım zannetmek ve meçhul şeyleri ona irca, ile, izah ettim zannetmektir. Halbuki tarif, ya hadd ya resim ile olur. Yoksa vâzıı cahil ve müsemmaya mümas olan vechi muzlim ve göze çarpan vechi şeffaf bir ism-i câmid ile olmaz. Manyetizma, telepati, kuvve-i mıknatısiye gibi…:
Sünuhat Tüluhat İşârat
Zamanımızın en büyük hastalıklarından biri, cehaletin isim değiştirerek zihinlerde “ilim” zannedilmesidir. Gerçekte bilinmeyen, mahiyeti kavranamayan nice varlık ve olay, süslü terimlerle adlandırıldığında; sanki anlaşılmış, açıklanmış gibi bir aldatmaca oluşur. İşte buna Bediüzzaman, “zulmet-i münevvere” der: Aydınlık görünen karanlık.
Bir şeyin ismini bilmek, onun hakikatini bilmek demek değildir. Ne yazık ki modern akıl, meçhulü sadece “isimlendirme” ile çözdüğünü zannediyor. Oysa bu, cehl-i basitten (saf cehalet), cehl-i mürekkebe (karmaşık cehalet) geçiştir. Yani kişi artık sadece bilmiyor değildir; bilmediğini de bilmemektedir. Ve bu, tedavisi zor bir aldanma halidir.
❖ Parlak Etiketler, Karanlık Hakikatler
Bugün bir çocuk, elindeki telefonu düşürmeden kullanıyor, “telekomünikasyon” kelimesini ezberden söylüyor. Ama sorsanız, sesin nasıl olup da uzaya, sonra bir uydudan yeryüzüne, oradan başka bir kıtaya ulaştığını açıklayamaz. Yetişkinler “manyetizma”, “kuantum dalgalanması”, “çekim gücü”, “karadelik”, “yapay zekâ” gibi süslü kelimelerle her şeyi bildiklerini sanıyorlar. Oysa çoğu zaman bu kelimeler, sadece cehaleti cilalayarak göz boyamaktan ibarettir.
Bediüzzaman tam da bunu söyler:
> “Meçhul bir şeye parlak bir isim takmakla anladım zannetmek, ve meçhul şeyleri ona irca ile, izah ettim zannetmektir.”
Bu söz, insanı aklın gururundan ve sahte bilginin tuzağından kurtarır. Çünkü bir hakikat, ancak “hadd” (sınırları belirlenmiş tanım) ya da “resim” (mahiyetini tanıtacak vasıflar) ile tarif edilebilir. Sadece isim vermekle mesele çözülmez.
❖ Hakikatin Kapısını Açan Anahtar: Tevazu ve Tefekkür
Bu çağın insanı “isimlerle kandırılmış bir akıl” taşıyor. Oysa gerçek ilim, o şeyin ne olduğunu ve nasıl işlediğini bilmeyi gerektirir. “Niçin var?” sorusu ise ancak tefekkürle anlaşılır.
Modern bilim çoğu zaman “nasıl oluyor?” sorusuna odaklanıp, “niçin oluyor?” sorusundan kaçar. Bu da insanı sebebe takılıp fail-i hakikiyi unutan bir zihin yapısına sürükler. Telepati, çekim gücü, manyetizma… Bunların her biri sadece birer perde, sadece bir vesile… Oysa bu perdelerin arkasında bir irade, bir kudret, bir fail-i muhtar vardır. Görünen kanunlar, ancak kudretin işleyiş tarzıdır, zatı değildir.
Bediüzzaman’ın bu ince tenkidi, aslında modern bilim putçuluğuna bir tokattır. Bilimin değil, bilim adı altında yapılan sahte tatminlerin karşısındadır. Gerçek alim; bildiğinin sınırını bilendir. Her ismin ardında bir hakikat olduğunu kabul edendir.
Özet:
Risale-i Nur’da geçen “zulmet-i münevvere” kavramı, bilinmeyen şeyleri parlak kelimelerle süsleyip biliniyor zannetmenin tehlikesini ifade eder. Bu, cehaletin daha tehlikeli bir türüdür. Çünkü kişi hem bilmiyor hem de bilmediğini fark etmiyor. Sadece isim vermek, bir şeyi anlamak değildir. Hakikat; derin tefekkürle, haddini bilmekle ve perde arkasındaki kudreti kabul etmekle kavranır. Gerçek marifet; isimlerin ötesine geçip, her şeyin arkasında Allah’ın fiilini ve hikmetini görebilmektir.