İstişare, İstidad ve İnsaf: Her Kamete Uygun Elbise
İstişare, İstidad ve İnsaf: Her Kamete Uygun Elbise
“Ekrad’ın istidatları ile istişare etmek, onların sabâvet ve besâtetlerini nazara almaktır. Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir. Çocukların talimi; ya cebr ile, ya hevesatlarını okşamak ile olur.”
Münâzarât
Toplumu inşa eden temel taşlardan biri, farklılıkları tanımak, kabiliyetleri gözetmek ve insanları yerli yerince değerlendirmektir. Her bireyin aynı olmadığını kabul etmek; eğitim, yönetim ve iletişimde adaletin ve başarının temelidir. Bediüzzaman Said Nursî, bu meseleyi çok ince bir dille, şu ifadeyle özetler:
> “Ekrad’ın istidatları ile istişare etmek, onların sabâvet ve besâtetlerini nazara almaktır.”
Burada geçen “Ekrad”, yani Kürtler üzerinden yapılan bu tesbit, yalnız etnik bir meseleye değil, aynı zamanda genel bir sosyolojik ve pedagojik prensibe işaret eder: İnsanları, kendi istidat ve seviyelerine göre muhatap almak.
Her Kamete Uygun Elbise
Bediüzzaman şöyle devam eder:
> “Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir.”
Bu cümle, toplum mühendisliğinin en temel hatasını gözler önüne serer: Herkese aynı modeli, aynı yöntemi dayatmak. Oysa her insan bir “kamet”tir, yani ayrı bir ölçü, ayrı bir yaratılış, ayrı bir donanımdır. Birine yakışan fikir, diğerine dar gelebilir. Birinin kaldırabildiği mesuliyet, ötekine ağır gelebilir.
Bir çocuğa büyük bir ceket giydirilirse, içinde kaybolur; dar gelen elbise de onun gelişimini engeller. Aynen bunun gibi, toplumları ya da toplulukları eğitirken, yönlendirirken, temsil ederken, onların seviyesine göre yaklaşmak, hem adaletin hem de başarının yoludur.
Sabâvet ve Besâtet Ne Demek?
Sabâvet: Çocukluk hali, tecrübesizlik, toy oluş.
Besâtet: Saflık, sadelik, derinlikten uzaklık.
Bu ifadeler hakaret değil, bir durumu tesbit etme ifadesidir. Toplumların veya bireylerin eğitim, bilgi, kültür düzeyi farklı olabilir. Bu, onların insanlıkta eksik olduğu anlamına gelmez; ancak terbiye, eğitim ve yönetim şekli bu gerçekler dikkate alınarak yapılmalıdır.
Zorlamak mı, Gönüllendirmek mi?
Bediüzzaman devamla şöyle der:
> “Çocukların talimi; ya cebr ile, ya hevesatlarını okşamak ile olur.”
Bu cümle, pedagojik yaklaşımın iki ana kutbunu ortaya koyar:
- Cebir: Zorla, baskıyla, emir-komuta ile eğitmek.
- Hevesatını okşamak: Sevgiyle, ilgilerini dikkate alarak, motive ederek eğitmek.
Tarih ve tecrübe göstermiştir ki, zorlama ile gelen bilgi kalıcı olmaz; sevgi ile gelen eğitim ise ruh köklerine işler. Toplumun bir kesimi, çocuk gibi yeni yeni gelişmekteyse, ona cebir değil, gönül okşayıcı, teşvik edici, yapıcı bir tarz gerekir.
İstişarenin Hikmeti
İstidatları dikkate alarak yapılan istişare, toplumda hem katılım bilinci doğurur hem de güven tesis eder. İnsan, kendisiyle istişare edilmesini “değer görmek” olarak anlar. Bu da hem moral sağlar hem de sorumluluk duygusunu artırır.
Özet
Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât’ta birey ve toplum yönetiminde istidatlara uygun muamele edilmesi gerektiğini anlatır. Her topluluk, her birey farklı bir kabiliyete ve olgunluk seviyesine sahiptir. Bu nedenle herkese aynı elbiseyi giydirmek, yani aynı yöntemi dayatmak doğru değildir. Özellikle eğitimin ya da yönetimin cebirle değil, sevgi ve teşvikle yapılması daha kalıcı ve faydalı olur. İstişare ise hem kişiyi değerli hissettirir hem de toplumsal bağları güçlendirir. Neticede adalet, farklılıkları gözeterek hakkı yerli yerine koymaktır.