İstibdat Yıkıldıkça, Hürriyet Tecelli Eder: İslâm Âleminin Zihinsel Uyanışı ve İstikbal Umudu

İstibdat Yıkıldıkça, Hürriyet Tecelli Eder: İslâm Âleminin Zihinsel Uyanışı ve İstikbal Umudu

“Bizde olan istibdad, Asya’nın hürriyetine zulmanî bir sed çekmişti. Ziya-yı hürriyet o muzlim perdeden geçemez idi ki, gözleri açsın, kemâlâtı göstersin. İşte bu seddin tahribiyle, fikr-i hürriyet Çin’e kadar yayıldı ve yayılacaktır. Fakat Çin ifrat edip komünist oldu. Âlemdeki terazinin hürriyet gözü ağır geldiğinden, birdenbire terazinin öteki gözünde olan vahşet ve istibdadı kaldırdı, gitgide kalkacak. Eğer siz sahife-i efkârı okusanız, tarîk-i siyaseti görseniz, huteba-i umumî olan –doğru konuşan– cerâidi dinleseniz anlayacaksınız ki: Arabistan, Hindistan, Cava, Mısır, Kafkas, Afrika ve emsallerinde o derece fikr-i hürriyetin galeyanıyla, âlem-i İslâm’ın efkârında öyle bir tahavvül-ü azîm ve inkılab-ı acib ve terakki-i fikrî ve teyakkuz-u tam intac etmiştir ki, bahasına yüz sene verse idik yine ucuzdu. Zira hürriyet, milliyeti gösterdi. Milliyet sadefinde olan İslâmiyet’in cevher-i nuranîsi tecelliye başladı.”
Münâzarât

Tarihin bazı dönemleri vardır ki, karanlık bir perde gibi milletlerin üzerinden geçer. İnsanların düşünce ufkunu daraltır, iradelerini felç eder, adeta toplumu kör eder. İşte bu perdelerden biri de istibdattır: Yani baskı, tahakküm, tek seslilik ve fikir hapsi…

Bediüzzaman Said Nursî, bu karanlık devri şöyle tasvir eder:

> “Bizde olan istibdad, Asya’nın hürriyetine zulmanî bir sed çekmişti.”

Yani bir millet sadece siyasal baskıya değil, aynı zamanda zihinsel bir tutsaklığa maruz kalmıştır. Bu öyle bir seddir ki, “ziya-yı hürriyet” yani hürriyetin ışığı bu karanlık perdeyi delip geçemez. Sonuç? Gözler kapanır, kalpler donar, fikirler susar.

Hürriyetin Uyanışı: Gözler Açılıyor, Kalpler Uyanıyor

Fakat bu zulmetli sed yıkıldığında, sadece bir millet değil, bütün bir coğrafya uyanır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle:

> “Fikr-i hürriyet Çin’e kadar yayıldı ve yayılacaktır.”

Yani bir milletin istibdattan kurtulması, sadece o milleti değil, onunla kader ortaklığı olan tüm İslâm âlemini etkiler. Nitekim Arabistan’dan Hindistan’a, Cava’dan Afrika’ya kadar uzanan coğrafyada, fikir inkılabı, teyakkuz-u tam (tam bir uyanış) ve fikrî terakki yaşanmıştır.

Bu, bir milletin iç meselesi değil; ümmet çapında bir zihinsel diriliştir. Ve bu dirilişin bedeli ağır olsa da, neticesi paha biçilemezdir:

> “Bahasına yüz sene verse idik yine ucuzdu.”

Çünkü bu uyanış sadece siyasî değildir; İslâmiyet’in cevher-i nuranîsi, milliyet sadefi içinde parlamaya başlamıştır.

Milliyet mi, İslâmiyet mi?

Bazı anlayışlar milliyetçiliği dinin karşısına koyar. Fakat Bediüzzaman, burada son derece dengeli ve hikmetli bir izah sunar:

> “Hürriyet, milliyeti gösterdi. Milliyet sadefinde olan İslâmiyet’in cevher-i nuranîsi tecelliye başladı.”

Buradaki milliyetçilik, ırkçılığa dayalı bir taassup değil; medeniyetle ve imanla beslenen, ortak kaderi ve değerleri merkeze alan bir ümmet şuurudur. Yani milliyet, bir sedeftir; ama asıl cevher, İslâmiyet’tir.

Terazinin Diğer Gözünde Vahşet Var

Bediüzzaman, dünya sahnesine daha geniş bir pencereden bakar. Bir taraf yükselirken, diğer tarafın nasıl alçaldığını da izah eder:

> “Âlemdeki terazinin hürriyet gözü ağır geldiğinden, öteki gözdeki vahşet ve istibdad kalkmaya başladı.”

Bu, fıtrat kanunudur: Hürriyet artarsa, istibdat zayıflar. Fikir konuşursa, baskı susar. İnsanlar düşünebilirse, istibdatlar ayakta duramaz. Zira zulüm, cehalet ve korku ile yaşar. Hürriyet ise, ilim ve cesaret ile beslenir.

Bugüne ve Geleceğe Mesajlar

Bu ifadeler sadece Osmanlı’nın son dönemine değil, bugünün İslâm dünyasına da ışık tutar:

Zulümle ayakta duran rejimler, düşüncenin yükselişiyle yıkılır.

Fikir ve basın özgürlüğü, sadece bir hak değil, ümmetin dirilişi için bir zorunluluktur.

Gerçek hürriyet, anarşi değil; hukuk içinde serbestiyet ve sorumluluktur.

İslâmiyet, millî kimliğin ötesinde evrensel bir kimliktir ve doğru temsil edildiğinde hem fertleri hem toplumları yüceltir.

Özet:

Bediüzzaman’a göre, istibdat karanlığı Asya milletlerinin hürriyet ışığını engellemişti. Bu karanlık perde yıkıldığında sadece bir ülke değil, İslâm âleminin büyük bir kısmı uyanmaya başladı. Fikri hürriyet, milliyet şuuru doğurdu. Bu şuur içinde İslâmiyet’in nurlu cevheri tekrar görünmeye başladı. Hürriyet bir nimet, istibdat bir musibettir. Terakki ve diriliş, ancak fikir hürriyeti ve hakiki İslâmiyet’le mümkündür. Ümmetin istikbali, hürriyet, marifet ve vahdet üçlüsüne bağlıdır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 2nd, 2025