İslâmiyet’in Saflığı ve Taassubun Gölgesi

İslâmiyet’in Saflığı ve Taassubun Gölgesi

“İslâmiyet’i, onu paslandıran hikâyat ve İsrailiyat ve taassubât-ı bârideden kurtarmak. Evet İslâmiyet’in şe’ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salâbet-i diniyedir. Yoksa cehilden, adem-i muhakemeden neş’et eden taassub değildir. Bence taassubun en dehşetlisi, bazı Avrupa mukallidlerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî şüphelerinde muannidane ısrar gösteriyorlar. Bürhan ile temessük eden ülemanın şanı değildir. ”
Münâzarât

Tarih boyunca hakikatlerin üzerine çokça gölgeler düşmüştür. Kimi zaman cehalet, kimi zaman menfaat, kimi zaman da geleneklerin taassubu, dinin saf aynasını buğulandırmıştır. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, İslâmiyet’i paslandıran üç büyük tehlike vardır: hikâyat, İsrailiyat ve taassubât-ı bâridedir.

  1. Paslanan Zırh: İslâmiyet Üzerindeki Tortular

İslâm, bir nurdur, bir şifadır, bir hayat nizamıdır. Ancak bu ilahî hakikat zamanla:

Hikâyat (gerçeklikten uzak, uydurma menkıbeler),

İsrailiyat (Yahudi kültüründen gelen ve aslı olmayan rivayetler),

Taassubât-ı bâride (soğuk ve donuk taassuplar)
ile karıştırıldıkça, asli berraklığını yitirmiştir. Bunlar, İslâm’ın temsil ettiği akıl, adalet, istikamet ve ilim esaslarını gölgelemiş, yüzeysel ve şekilci bir anlayışı öne çıkarmıştır.

  1. Salâbet-i Dîniye ile Taassubu Ayırmak

Bediüzzaman bu noktada çok keskin bir çizgi çizer:

> “İslâmiyet’in şe’ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salâbet-i diniyedir. Yoksa cehilden, adem-i muhakemeden neş’et eden taassub değildir.”

Salâbet-i diniye, dinin özünü sebatla, metanetle ve hakkı üstün tutarak savunmaktır. Taassup ise akılsız bir inat, muhakemesiz bir körlük ve dışlayıcı bir tutumdur. Gerçek mümin, hakikat aşkıyla, delil ve burhan ile konuşur. Bilgiyle hareket eder. Sorgular, öğrenir ve ikna eder. Taassup ehli ise konuşmaz, bağırır. Tartışmaz, dışlar. Delil aramaz, düşman arar.

  1. Taklit Taassubu: En Korkuncu

Bediüzzaman bir başka dikkat çekici noktaya parmak basar:

> “Bence taassubun en dehşetlisi, bazı Avrupa mukallidlerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî şüphelerinde muannidane ısrar gösteriyorlar.”

Modern çağda akılcılıktan, eleştiriden, özgürlükten bahseden bazı kesimler, aslında kendi fikirlerinde en katı bağnazlığı sergilemektedir. İslâm’a veya dine karşı yönelttikleri şüphelerde, ne derinlik ne de ilmi sorgulama vardır; sadece inat ve önyargı vardır. Bu da gösteriyor ki taassup yalnızca dindarlara ait bir hastalık değildir. Bilakis, hakikate kapalı olan her zihinde bu hastalık barınır.

  1. Gerçek Âlimin Şanı: Bürhan ile Temessük

Bediüzzaman şöyle der:

> “Bürhan ile temessük eden ülemanın şanı değildir.”

Gerçek âlimin silahı delildir, burhandır, hikmettir. O taassubun karanlığında değil, ilmin aydınlığında yürür. Muhatabını susturmak için değil, ikna etmek ve irşat etmek için konuşur. Onun gayesi hakikate ulaşmak ve ulaştırmaktır.

Bugün ihtiyaç duyduğumuz da budur: Tartışmak için değil, anlamak için konuşan; ayrıştırmak için değil, anlam köprüleri kurmak için gayret eden bir ilim ve hikmet toplumu…

Sonuç ve Özet

İslâmiyet’in hakikat güneşi, zamanla hikâyat, İsrailiyat ve taassubun gölgesiyle örtülmüştür. Bu gölgeler, dinin akıl, hikmet ve hakikat boyutunu zayıflatmış; şekilci ve yüzeysel bir anlayışı öne çıkarmıştır. Bediüzzaman, salâbet-i diniyeyi yani dinin sağlam duruşunu, kör taassuptan ayırır. Taassubun en tehlikelisinin, dine karşı şüphelerini sorgulamadan savunan Batı taklitçilerinde görüldüğünü belirtir. Gerçek alim ise ilimle, delille, hikmetle konuşur. Bugün, hakikate ve ilme dayanan bir din anlayışına, taassuptan arınmış bir İslâmî duruşa her zamankinden daha çok muhtacız.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 2nd, 2025