İki Asrın Arasında Sıkışan Nesil: Mirası Harcayanlar mı, Geleceği Kuracaklar mı?
İki Asrın Arasında Sıkışan Nesil: Mirası Harcayanlar mı, Geleceği Kuracaklar mı?
“Ey Türkler ve Kürdler, acaba şimdi bir miting yapsam; sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâdlarınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem… Acaba sağ tarafta saf tutan eski ecdadınız demiyecekler mi:
“Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akîm bir kıyas ettiniz, bizi kısır bıraktınız!” Hem de sol tarafında duran ve şehristân-ı istikbalden gelen evlâdlarınız, sağdaki ecdadlarınızı tasdik ederek demiyecekler mi ki:
“Ey tenbel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabteden rabıtamızın hadd-i evsatı? Heyhat!.. Ne kadar hakikatsız ve karıştırıcı ve müşâgabeli bir kıyas oldunuz!”
Münâzarât
Her milletin boynunda iki büyük emanet vardır:
Biri mazisinden gelen şerefli miras,
Diğeri istikbale bırakacağı tertemiz bir itibar…
Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât’ta bu iki zaman dilimi arasında sıkışmış bir nesle seslenir. Geçmişin büyükleriyle geleceğin çocuklarını hayalî bir mitingte buluşturur. Ortada ise bugünün insanı vardır: Hem dedesinin mirasını harcayan, hem torununun umudunu boşa çıkaran bir halde…
> “Ey Türkler ve Kürdler! Bir miting yapsam, bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır sonraki evlâdlarınızı bu meclise davet etsem…”
Bu çağrıyla, zamanları bir araya getirir. Ve o mitingde, geçmişin ulu ecdadı bugünkü nesle haykırır:
> “Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz?”
Ve gelecek nesiller, yüzünü bugünün insanına dönerek şöyle der:
> “Ey tenbel pederler! Siz misiniz şanlı ecdadımızla bizi bağlayan bağ? Heyhat! Ne kadar hakikatsiz bir kıyas oldunuz!”
Bu tabloda asıl mesele şudur:
Biz, hem geçmişle bağımızı kopardık, hem geleceğe bir istikamet sunamıyoruz. Ortada ne kök kaldı, ne yön.
❖ Maziyi Anlamak: Tarih, Övünç Değil Sorumluluktur
Geçmiş, sadece bir hatıra değil, aynı zamanda bir mesuliyettir. Geçmişte yapılan fedakârlıklar, kazanılan değerler ve yaşanmış hikmetli mücadeleler; bugünün insanına bırakılmış emanetlerdir. Eğer bir nesil bu emaneti taşıyamazsa, geçmişi sadece sloganlarda yaşatır, hakikatte ise unutur.
Tarihimize baktığımızda bin yıl boyunca dünyaya adaletle hükmeden, ilim ve hikmeti yayan, kalpleri fetheden bir millet görüyoruz. Ama bu miras sadece “atamız şöyleydi, böyleydi” diye anılacak bir süs değildir. O miras, bugünün omzunda taşınması gereken ağır bir yük, büyük bir vazifedir.
❖ İstikbali Kurmak: Gelecek, Hazıra Konarak Gelmez
Her nesil, kendisinden sonra gelen neslin mimarıdır. Biz, bugünkü halimizle sadece kendimizi yaşamıyoruz. Aynı zamanda gelecek nesilleri ya inşa ediyor, ya da ifsat ediyoruz. Torunlarımızın huzuru, bizim ahlâkımızda; onların selameti, bizim eğitim anlayışımızda; onların izzeti, bizim iman ve amelimizdedir.
Bediüzzaman’ın o kurguladığı mitingte, torunlarımız bize soracak:
> “Siz misiniz bizi ecdadımıza bağlayan halkasınız? Yoksa kopuk bir zincir misiniz?”
Bu sorgulama, her vicdan sahibini derinden sarsmalı. Çünkü biz, sadece geçmişi kaybetmiyoruz, aynı zamanda geleceği de tehlikeye atıyoruz. Kökü olmayan bir ağaç kurur; yönü olmayan bir millet savrulur.
❖ Peki Ne Yapmalı?
Geçmişimizi doğru anlamalı, sadece duygusal bağlılık değil, fikrî devamlılık kurmalıyız.
Gelecek nesillere sadece teknoloji değil, terbiye, tefekkür, iman ve mesuliyet aktarmalıyız.
Eğitimimizi, ahlakımızı, medeniyet anlayışımızı, dilimizi ve idealimizi kendi köklerimizle yeniden buluşturmalıyız.
Aksi halde, hem ecdadımızdan utanacağız, hem evlatlarımızdan korkacağız.
Özet:
Bediüzzaman’ın Münâzarât’ta hayalî bir miting üzerinden kurduğu temsil, bugünün neslinin geçmişle geleceği bağlama sorumluluğunu hatırlatır. Ecdadın mirasını tüketen ve torunlarına yön veremeyen bir millet, tarih önünde sorumlu olur. Geçmiş, bir övünç değil mesuliyet; gelecek ise sadece umut değil, bir imtihandır. Bugünün insanı, bu iki zamanı birbirine bağlayacak şuur, emek ve iman ile hareket etmelidir.