Bir Masumun Kanı, Bir Cihanın Bedelidir: Musibet, Şehadet ve Adaletin Mizanı
Bir Masumun Kanı, Bir Cihanın Bedelidir: Musibet, Şehadet ve Adaletin Mizanı
“Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasından terettüb eder. Musibet; cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir.”
“Şehid kendini hayy bilir. Feda ettiği hayatı, sekeratı tatmadığından, gayr-ı münkatı’ ve bâki görüyor. Yalnız daha nezih olarak buluyor.”
“Adalet-i mahzâ-i Kur’âniye bir mâsumun hayatını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa, heder etmez. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir. Hodgamlık ile, öyle insan olur ki; ihtirasına mâni herşeyi, hattâ elinden gelirse dünyayı harab ve nev’-i beşeri mahvetmek ister.”
Hutbe-i Şamiye
- Musibet: Toplumsal Sorumluluk ve İlâhî İkazın Aynası
“Musibet-i âmme”, yani toplumu topluca etkileyen büyük felaketler, Bediüzzaman’a göre ekseriyetin hatasından doğar. Bu, ferdî günahların toplumsal birer neticeye dönüşebileceğini gösterir. Yani sadece zalimler değil, seyirciler de mesuldür.
Toplumu çürüten sadece kötülük yapanlar değil; susanlar, görmezden gelenler, nemelâzımcılardır. Bu yüzden musibetler, sadece birer ceza değil; uyanış çağrısı, bir iç muhasebe vesilesidir. Musibet, cinayetin neticesi, ama aynı zamanda arınmanın ve yükselişin de mukaddimesidir.
Bugün Gazze’de, Suriye’de, Doğu Türkistan’da yaşanan acılar, sadece o bölgelere ait değildir. Ümmetin genel ihmali, dağınıklığı, menfaatçiliği bu acıları tetikleyen zemindir. Demek ki bu musibetler, kolektif bir tefekkür, tevbe ve toparlanma çağrısıdır.
- Şehadet: Ölümün Sonu Değil, Ebediyetin Kapısıdır
> “Şehid kendini hayy bilir… daha nezih olarak bulur.”
Bu ifade, şehitlik makamının İslâm nazarındaki ruhî derinliğini yansıtır. Şehit, ölüm anını bir yok oluş olarak değil, yeni bir hayatın doğuşu olarak yaşar. Kur’an’da geçen “Onlara ölü demeyin, bilakis onlar diridirler” ayetiyle de bu mana teyit edilir.
Şehit, dünya hayatını feda eder ama ölüm acısını bile tatmadan, ruhen bir sıçrayış yaşar. Bu nedenle şehadet; iman, cesaret ve fedakârlığın zirvesidir. Ve aynı zamanda bir toplumun izzetini taşıyan kıymetli bir ruhtur.
Şehitlik, sadece kişisel bir rütbe değil; ümmetin haysiyetini ayakta tutan ilâhî bir nişandır.
- Adalet-i Mahza: Bir Masumun Hakkı, Cihana Bedeldir
> “Adalet-i mahzâ-i Kur’âniye bir mâsumun hayatını ve kanını, hattâ umum beşer için de olsa heder etmez.”
Bu, insanlık tarihinin gördüğü en ileri adalet anlayışıdır. Kur’an’ın temel adalet ölçüsü; bir masumun hakkı, tüm insanlık için dahi feda edilemez demektir. Çünkü İslâm’da adalet, maslahatla değil hakikatle ölçülür. Bir kişinin hakkı, milyonların selameti bahanesiyle çiğnenemez.
Oysa modern dünya sistemleri tam tersini yapmaktadır: Güçlü olan haklıdır; bir ülkenin menfaati için diğer milletlerin kanı dökülebilir; azınlıklar, çoğunluğun refahı uğruna ezilebilir. Bu ise zulmün sistematikleşmiş hâlidir.
Bediüzzaman bu anlayışı yerle bir eder: Allah katında bir can, bir evren kadar kıymetlidir. İşte gerçek adalet budur.
- Hodgâmlık ve İhtiras: Felaketlerin Sivil Mimarı
> “Hodgamlık ile, öyle insan olur ki; ihtirasına mâni her şeyi… hatta nev’-i beşeri mahvetmek ister.”
Bu cümle, günümüzün psikolojik ve siyasal felaketlerinin özetidir. Kendi menfaati için insanlığı ateşe atmaktan çekinmeyen kişilikler, bugün sadece birey değil, küresel sistemler düzeyinde hüküm sürmektedir.
İşte emperyalist rejimlerin, savaş tacirlerinin, sermaye imparatorluklarının motivasyonu budur: Hodgâmlık ve ihtiras. Bu iki hastalık, sadece kişiyi değil, toplumları da çökertir. Bu yüzden en büyük cihad, bazen nefsin aç gözlülüğüne karşı yapılan savaştır.
Özet:
Bediüzzaman’ın bu derin ifadeleri bize şunları öğretiyor:
Toplumsal musibetler, sadece zalimlerin değil, umursamazların da eseridir. Bu acılar, uyanış vesilesidir.
Şehitler, ölümü değil, ebedî hayatı bulur. Onlar izzetin ve iman fedakârlığının sembolleridir.
Gerçek adalet, bir masumun hakkını hiçbir şekilde feda etmeyen adalettir. Bu, Kur’an’ın en yüce hukuk anlayışıdır.
İhtiras ve bencillik, bireysel felaketleri değil, tüm insanlığı yıkacak kadar güçlü zehirlerdir.
Bu hakikatler, bize hem bireysel vicdan temizliği hem de toplumsal sorumluluk, hem şehadete hürmet hem de adalete sadakat telkin etmektedir.