Arzu Maskesiyle Dolaşan Fikirler ve Gizli Hislerin Labirenti
Arzu Maskesiyle Dolaşan Fikirler ve Gizli Hislerin Labirenti
“İnsanın meşhur havassından başka havassı vardır. Zâika gibi bir hiss-i sâika, hem bir hiss-i şâika vardır. Hem insanda gayr-ı meş’ur hisler çoktur.
* * *
Bâzen arzu, fikir suretini giyer. Şahs-ı muhteris, arzu-yu nefsaniyesini fikir zanneder.
* * *
Garibdir ki, bâzı adam pis bir çamura düşer, kendini aldatmak için misk ü anber diye yüzüne gözüne bulaştırır.”
Hutbe-i Şamiye
İnsan, kendini sadece beş duyuyla sınırlı sanır: Görmek, duymak, koklamak, tatmak ve dokunmak… Oysa Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “İnsanın meşhur havassından (duyularından) başka havassı vardır.” Bu demektir ki insan, varlığını hissederken sadece maddî değil, mânevî boyutta da duyuşlara, sezişlere ve idraklere sahiptir. Öyle ki:
> “Zâika gibi bir hiss-i sâika, hem bir hiss-i şâika vardır.”
“Zâika” tad alma duyusu olduğu gibi; “hiss-i sâika”, insanı yönlendiren dahili bir sevk hissi; “hiss-i şâika” ise bir özlem, arzu ve yöneliş hissidir. Bunlar görünmez, elle tutulmaz; ama insanın düşünce ve davranışlarını derinden etkiler. Bu hisler, çoğu zaman farkına varılmadan işler. İşte bu noktada tehlike başlar:
> “Bazı arzu, fikir suretini giyer. Şahs-ı muhteris, arzu-yu nefsaniyesini fikir zanneder.”
Ne kadar ince ve derin bir tesbit! İnsan, nefsânî arzularını aklî fikir sanarak kendini kandırabilir. Bir makam tutkusu, fikir özgürlüğü adıyla süslenir. Bir şehvet arzusu, sanat estetiği kılıfına sokulur. Bir intikam hissi, adalet mücadelesi olarak pazarlanır. Bu hâl, kalbin ve zihnin bulanması, hakikatle heva arasındaki çizginin silinmesidir.
Bu, sadece bir bireysel yanılma değil, çağımızın toplumsal hastalığıdır. Nice kişi vardır ki arzusunu “fikir” olarak pazarlarken, fikre değil heva ve hevese hizmet eder. Hırsı hikmet zanneder, tutkuyu idrak sanır. Bu tür bir nefsî sahtekârlık, sadece insanı yanıltmaz; çevresini de ifsat eder.
Bediüzzaman bu noktada son derece çarpıcı bir temsille devam eder:
> “Garibdir ki, bâzı adam pis bir çamura düşer, kendini aldatmak için misk ü anber diye yüzüne gözüne bulaştırır.”
İşte bu; günahın, gafletin ve nefsin en aşağı halinin, güzellikmiş gibi sunulması, pisliğin kokusuna rağmen onu güzel koku gibi göstermeye çalışılmasıdır. Bu kişi hem çamura batmış hem de bu batışı savunulacak bir hâl gibi sunmaya kalkmıştır. Yani sadece günaha düşmemiş, günahı meşrulaştırmakla ikinci bir günah daha işlemiştir.
Bu hâl; nefsi kutsamak, kusuru savunmak, hatayı fikirle makyajlamak demektir. En tehlikelisi de budur. Çünkü kişi kendini düzeltmeye yönelmez, zira ortada bir hata olduğunu bile kabul etmez. Oysa en büyük gelişim, kusuru görmekle başlar. Hataları güzelleştirmekle değil, kabul edip istiğfar etmekle arınma olur.
Sonuç ve Özet
Bu makalede Bediüzzaman’ın veciz ifadeleriyle üç temel hakikat açığa çıkıyor:
- İnsan, sadece beş duyudan ibaret değildir. Gayr-ı meş’ur, yani fark edilmeyen birçok deruni hissiyat ve yöneliş, onun düşünce ve davranışlarını şekillendirir.
- Arzu, çoğu zaman fikir kılığına girer. İnsan, nefsânî bir isteğini rasyonel bir düşünce gibi sunabilir. Bu, dahili bir aldatmadır.
- Kimi insanlar, bataklığa saplandıkları halde çamuru misk gibi gösterir. Bu ise nefsin en büyük hilesi, insanın kendini kandırmasının en tehlikeli biçimidir.
Özet:
İnsan sadece görünen duyularla değil, sezgi ve yönelişlerle de yaşar. Bu dahili hisler bazen arzu şeklinde fikir kılığına girerek kişiyi yanıltabilir. Nefsânî istekler aklî fikir gibi pazarlanır. Bazı insanlar ise günahı ve çirkinliği güzellik gibi göstermeye çalışır. En büyük tehlike, hatanın hata olarak kabul edilmemesi ve süslenerek savunulmasıdır. Kurtuluş, samimi bir yüzleşme ve içten bir istiğfarla mümkündür.