Zekâvet-i Betra, Âsâbilik ve Ümmetin Hastalığı: Akıl Varsa Kalp Nerede?

Zekâvet-i Betra, Âsâbilik ve Ümmetin Hastalığı: Akıl Varsa Kalp Nerede?

“Ben zannederim ki, bu milletin perişaniyetine fazla cehâletten ziyâde, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra te’sir etmiştir.

   Bence en müthiş maraz âsâbiliktir. Zira herşeyi haddinden geçirmekle, aks-ül amel yaptırır.

   Ey birâder, Âlem-i Hristiyanın rüchanına sebebiyet veren ihtiyarlaşmış olan esbaba tekabül edecek, genç, dinç esbab bizde inkişafa başlamıştır. Başka kitapta tafsil etmişim. ”
Sünuhat Tüluhat İşârat

Tarih boyunca milletlerin çöküş sebepleri sadece dış güçlerin saldırıları veya ekonomik yoksullukla açıklanamaz. Asıl tehlike, içeriden gelen bozulmalar, zihnî ve ruhî çözülmelerdir. Bediüzzaman Said Nursî, ümmetin perişaniyetini değerlendirirken klasik sebeplerin dışına çıkar ve deruni bir tesbitte bulunur:

> “Bu milletin perişaniyetine fazla cehâletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra tesir etmiştir.”

Zekâvet-i Betra: Kalpten Kopuk Akıl

“Zekâvet-i betra” yani kökü kesilmiş zekâ, sadece zihinsel yetenekten ibaret olan ama hikmetten, kalpten ve manevî ölçülerden yoksun olan bir zekâdır. Modern tabirle söyleyecek olursak; akıllı ama basiretsiz, bilgili ama hikmetsiz, zeki ama merhametsiz zihinlerdir.

Bediüzzaman bu tip zekâyı “betra” yani kısır, neticesiz, hatta zararlı olarak tanımlar. Çünkü bu tür bir akıl:

Vahyi tanımaz,

Vicdanı dinlemez,

Fıtratı bozar,

Menfaati hakka tercih eder.

İşte böyle bir akıl, toplumu düzeltmez; aksine fitne üretir, ayrıştırır, tefekkür yerine ihtilaf doğurur. Bugün İslâm dünyasındaki birçok akademik zihniyetin veya politik projelerin çıkmaza saplanmasının altında da bu tür bir nurdan kopuk akıl tipi yatmaktadır.

Asıl Maraz: Âsâbilik

> “Bence en müthiş maraz âsâbiliktir.”

Bediüzzaman burada, ümmetin bir diğer derin hastalığına dikkat çeker: Âsâbilik yani sinir hâli, gerginlik, taşkınlık, tepkisellik… Modern toplum psikolojisinde buna reaktiflik, duygu yönetimsizliği ve haddinden fazla hassasiyet diyebiliriz.

Bu hâl, kişiyi sürekli gergin tutar, toplumu da çatışma zeminine iter. Hakkı müdafaa ederken üslûpsuzluk, davayı anlatırken sabırsızlık, fikir üretmek yerine öfke kusmak, en sâlih niyetleri bile aksü’l-amel yani ters tepki üretir hâle getirir. Toplumlar bu hâle düştüğünde, hakikat yerini gürültüye, hikmet yerini hamasete bırakır.

Batı’nın İhtiyarlığı, İslâm’ın Gençleşmesi

> “Âlem-i Hristiyanın rüchanına sebebiyet veren ihtiyarlaşmış olan esbaba tekabül edecek, genç, dinç esbab bizde inkişafa başlamıştır.”

Bediüzzaman burada hem eleştirel hem de ümidvâr bir tablo çizer. Evet, Batı medeniyeti teknik üstünlük ve organizasyon becerisiyle öne çıkmıştır. Ancak bu medeniyet, ahlâken ve manevî olarak ihtiyarlaşmıştır. Yani ruhunu kaybetmiştir.

İşte bu durumda, İslâm milletlerinin içinde genç, dinç, köklü, temiz fıtratlar ve hakikate meyilli bir maya yeniden doğmaktadır. Bu maya; saf niyet, ihlâs, uyanmaya başlayan şuur ve tevhid esaslı bir yenilenme potansiyelidir.

Bu potansiyeli akıl ve kalbi birleştirerek, zekâyı vahiy ile yönlendirerek, öfkeyi sabırla dengeleyerek ve ümmet birliğiyle tahkim ederek harekete geçirmek gerekir.

Özet:

Bediüzzaman’a göre ümmetin çöküş sebebi yalnızca cehalet değil; kalpten kopuk bir zekâ (zekâvet-i betra) ve **her şeyi aşırıya götüren, öfkeye dayalı bir sinir hâli (âsâbilik)**tir. Bu iki hastalık, aklı hikmetsizleştirir, toplumu çatıştırır, hayrı şerre dönüştürür. Ancak buna karşılık, İslâm toplumlarında genç ve sağlam bir potansiyel doğmaktadır. Bu potansiyel; aklı vahiy ile buluşturarak, siniri sabırla dizginleyerek ve fikri ihlâsla süsleyerek İslâm’ın yeniden dirilişine zemin hazırlayacaktır.

 

Loading

No ResponsesTemmuz 1st, 2025