Zamanımızın Ebu Lehebleri ve Modern Cehennem Oduncuları
Zamanımızın Ebu Lehebleri ve Modern Cehennem Oduncuları
Tarih değişiyor, zaman ilerliyor; fakat hak ile batılın mücadelesi aynı şiddetle devam ediyor. Mekke sokaklarında taş yağdıran ellerin yerini, bugün mürekkep kirleten kalemler aldı. Ebu Leheb’in eli kurudu, bedduası Kur’ân’da mühürlendi. Ama onun zihniyeti, bugün dahi zihinleri ve kalpleri karartmaya devam ediyor. Zamanımızda da Ebu Lehebler var, hem de daha sofistike, daha sistemli, daha organize bir şekilde. Cehennem odunlarını taşımaktan geri durmayan bu oduncular, yeni yüzyılın karikatürleriyle, ekranlarıyla, köşe yazılarıyla iman nuruna saldırıyor.
Leman gibi yayın organlarının Hz. Peygamber Efendimize karşı yaptığı alçakça karikatürler, aslında bir fikir özgürlüğü meselesi değil, iman düşmanlığının çirkin suretidir. Bunu “mizah” ya da “eleştiri” kisvesiyle meşrulaştırmaya çalışmak, bizzat o çirkinliğe ortak olmaktır. Bir hakikatin, en mukaddes ve en mahrem noktasına uzanan bu eller, yedi okyanusun suyu ile dahi temizlenemeyecek bir pisliğe bulaşmıştır. Çünkü bu nefret, kuru bir inkâr değil, bilinçli bir düşmanlık, tarihsel bir kin ve cehennemlik bir kibirdir.
Bu karanlıkta dikkat çeken bir başka nokta ise, Türkiye’deki solun inançla kurduğu yapay ve ikiyüzlü ilişkilerdir. Batı’daki sol, laiklik ile dini belli bir düzlemde uzlaştırma çabası göstermiştir; en azından bazıları dini bir fenomen olarak anlamaya çalışmıştır. Ama Türkiye’deki sol; dine mesafeli değil, düşmanca yaklaşmıştır. Komünist Rusya’dan esinlenen materyalist ideoloji, Türk solunun köklerine işlemiş, dinî değerlere tahammülsüzlüğü beslemiştir. Her fırsatta dinî olana düşmanca bir tutumla saldırmak, bu zihniyetin genetik kodlarına kazınmıştır. Bugün Rusya’da komünizm yerini yeni arayışlara bırakmışken, Türkiye’deki bazı kesimler hâlâ Ebu Leheb’in kurumuş ellerini diriltmeye çalışmaktadır.
Ebu Leheb sadece bir kişi değildi; bir tavırdı, bir kibirdi, bir inkârdı. Peygamberin çağrısına kulak tıkayan, Hakk’a düşmanlıkta ısrar eden bir kibir timsaliydi. Bugün de onun torunları, kalemle taş atıyor, ekranlarla mızrak fırlatıyor. Modern çağın Ebu Cehilleri, farklı maskeler taksalar da ruhen aynılar: hakikate düşman, imana kinli, vicdana uzak…
Arif Nihat Asya’nın şuuru ve çığlığı hâlâ yankılanıyor:
> “Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed, Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor…”
Bu sadece bir edebi söylem değil, bir hakikatin haykırışıdır. Bu çağda da, adaletin sesi kısıldığında, Resûlullah’ın rahmet çağrısı boğulmak istendiğinde; karanlık tekrar öne çıkar. Ama tarih şahitlik eder ki; karanlık ne kadar büyürse büyüsün, bir tek nur onu deler geçer.
Bugün, her mü’minin vazifesi sadece üzülmek değil, aynı zamanda uyanmak, uyarılmak ve uyarıcı olmaktır. Çünkü suskunluk, batılın güç kazanmasına vesile olur. İman ehli, Ebu Leheblerin iftirasına karşı hakikatin nurunu taşımakla mükelleftir.
Ve bu çağrının, bu feryadın, bu direnişin en ön safında yine Peygamber ahlâkı, merhameti ve adaleti olmalıdır. Çünkü biz, intikam değil izzet; kin değil hikmet taşıyan bir ümmetiz.
Özet: Bu makalede, Hz. Peygamber’e yapılan hakaretlerin sadece bir yayın ya da karikatür meselesi değil, köklü bir iman düşmanlığının tezahürü olduğu anlatılmıştır. Türkiye’deki solun dine yönelik mesafeli değil, düşmanca bir tavır içinde olduğu vurgulanmış, bu tavrın geçmişteki Ebu Leheb ve Ebu Cehil zihniyetiyle benzerlik taşıdığı ifade edilmiştir. Arif Nihat Asya’nın veciz dizeleriyle hatırlatılan bu hakikat, bizleri suskunluk yerine hakikati savunmaya çağırmaktadır. Çünkü Ebu Lehebler bitmedi; ama onların karşısında dimdik duran bir ümmet hâlâ var.