Sahipsiz Sanan Sergerdan: İnsan, Rabbini Tanımazsa Ne Olur?
Sahipsiz Sanan Sergerdan: İnsan, Rabbini Tanımazsa Ne Olur?
“Bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan fâni dünyada; insan, sahibini tanımazsa mâlikini bulmazsa ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar.
Eğer sahibini bulsa mâlikini tanısa o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.”
Mektubat
Giriş: Avârelikten İstikrara
Zamanın girdabında savrulan insan, nereden gelip nereye gittiğini sorgulamadıkça; ne için yaşadığını bilmedikçe, kendini bir çölde yönsüz yürüyen bir yolcu gibi hisseder. Dünya, o zaman neşesiz bir perişanlık yurdu, hayat da manasız bir koşuşturma haline gelir. Bediüzzaman, bu hakikati derin bir veciz ifadeyle şöyle dile getirir:
> “Bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan fâni dünyada; insan, sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar.”
Sahipsizlik: Kalbin En Büyük Yalnızlığı
İnsan sahip arar; çünkü fıtratında bağlılık vardır. Sahipsizlik, en büyük boşluktur. Kendi kendine yetemeyen, ihtiyaçlarının hiçbirini bizzat karşılayamayan insan, gerçek sahibini tanımadıkça iç huzura ulaşamaz.
İnsan, yalnızca bir biyolojik varlık değildir. O, ruhuyla, kalbiyle, duygularıyla sonsuzluk isteyen, her şeyin farkında olan bir misafirdir. Bu sonsuzluk ihtiyacını ve emniyet arayışını, sadece gerçek sahibi olan Allah’ı tanımakla karşılayabilir. Aksi takdirde ruh, boşlukta sallanan bir dal gibi çırpınır durur.
Mantık: Sahibini Tanımayan, Yolunu Kaybeder
Bir köyde bile sahipsiz bir hayvanın perişanlığı görülürken, kâinat kadar büyük bir şehir olan dünyada, sahipsiz olduğunu sanan bir insanın ne kadar şaşkın ve çaresiz kalacağı açıktır.
Düşünün ki;
Kime dayanacağını bilmeyen,
Kimin merhametine sığınacağını tanımayan,
Kime hesap vereceğini unutan bir insan;
neye göre yaşar, neye göre karar verir?
İşte bu belirsizlik, insanı ya bencilliğe, ya anlamsızlığa, ya da dalalete sürükler. Oysa sahibini tanıyan insan; rotasını kaybetmez, istikameti bellidir, hedefi ebedîdir.
İltica ve İstinad: Kurtuluşun Yolu
> “Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa; o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder.”
Bu cümle, insanın iki temel ihtiyacını karşılayan iki kudsî dayanağı işaret eder:
İltica: Merhamete sığınma
İstinad: Güce dayanma
İnsan zayıftır, korkar; belalara karşı dayanaksızdır. İşte bu acziyetin ilacı, Allah’ın rahmetine sığınmak ve kudretine dayanmakla bulunur. İşte o zaman, dünya bir “vahşetgâh” (korku yurdu) olmaktan çıkar; bir tennezzühgâha (dolaşma ve ibret alma yerine) ve ticaretgâha (kazanç yeri) dönüşür.
İbret: Dünya ya Vahşetgâh ya Ticaretgâh
Allah’ı tanımayan için dünya;
Vahşet yurdudur: Her şey korkutucudur, belirsizdir.
Fâni pazardır: Hiçbir şey kalıcı değildir, elden çıkar.
Sergerdan bir sahnedir: Ne nereden geldiği, ne nereye gittiği bellidir.
Ama Allah’ı tanıyan için dünya;
Tenezzühgâhtır: İbretle dolaşılacak bir sanat sergisidir.
Ticaretgâhtır: Ebedî âleme yatırım yapılan bir pazardır.
Misafirhane-i Rahmân’dır: Her şey Rahmân’ın izniyle hizmet eden nimetlerdir.
Sonuç: Sahibini Tanıyan Hürdür, Tanımayan Sürgündedir
Sahibini tanıyan insan;
Kalbinde emniyet duyar.
Hayatına istikamet bulur.
Korkuların yerini tevekkül alır.
Sahipsizlikten doğan yalnızlıktan kurtulur.
Dünya onun için sadece bir durak olur, menzil ebediyete döner.
Ama sahibini tanımayan insan, görünüşte özgür gibi olsa da; nefsin esiri, şeytanın oyuncağı ve dünyanın sürgünü haline gelir.
Özet:
İnsan, sahibini tanımazsa, dünyada şaşkın ve sahipsiz bir yolcu gibi olur.
Allah’ı tanımak, insana hem sığınacak bir rahmet, hem dayanacak bir kudret verir.
Bu tanıma ile dünya, vahşet yurdu olmaktan çıkar, tenezzüh ve ticaret yurduna dönüşür.
Sahibini tanıyan insan, hem dünyasını hem ahiretini mamur eder; tanımayan ise sergerdan kalır.
> Son söz:
“Sahibini bulan, kendini bulur. Sahibini unutan, hem kendini kaybeder, hem hayatını.”